Ağu
10
2010
0

Yine de güçlü olduğuma inanmam.

26 şubat 1916

Bay Tzara,

Sizi, uzun bir sakalım olmadığına inandırmak için yazıyorum bu mektubu. (…)
Siz beni seviyorsunuz ya, ben de sizi seviyorum. Sizi bir de büyük bir ozan olduğunuz için seviyorum. Ne ki, sağlam yapıya ve düzene dönmek gerektiğine de inanıyorum. Çözüm, sanatın sınırını genişleri ama, yeniden kurma da soluğunu artırır. (…)
Sevgili Bay Tzara, size gönderecek kitabım yok. Kitaplarım Kahnweiler Kitabevi’nde 175 franga satılıyordu. Ben de onların hepsini sattım. Kahnweiler kapandı artık. Deniz Kıyısı adlı kitabımdan elimde bir iki tane ancak var. Onlar da benim günlük ekmeğim, kutsal ekmeğim. Size Soirées de Paris’in eski sayılarını da göndermedim. Dergiler yok bende.(…) Picasso’yu 1901’de tanıdım. O güne dek iki dirhem bir çekirdek yükselokul öğrencisi, öğretmen, ticaret görevlisi, resmi dergilerde sanat eleştirmeni olmuştum. Daha sonra da çöpçü, zengin delikanlı, ödül kazanan kişi ve amatör tiyatro oyuncusu suratı takındım. (…) Picasso 16 yıldır dostumdur. Birbirimizden nefret ederiz. Birbirimize ne kadar iyilik etmişsek, o kadar da kötülük yapmışızdır. Ama onu yaşamımdan çekip çıkaramam. 1906’da Apollinaire’i tanıdık. Sarışındı. Hem Farnése’li bir herkül hem de İngiliz estetikçisine benziyordu. Doğaçtan şiir söylerdi. (…) Pek çok insan tanırım. İnsanları iyi tanırım. Bir gizemcilik, bir acı, kılı kırk yaran bir gerçekçilik başyapıtı olan başkaca yapmacıklığa da kaçmayan Saint Matorel’i yazdığım vakitler, dünyanın en çok dans eden maskarasıydım. (…) Dostlarıma düşkünüm. Musikiye bayılır ve hiç satmayan resimler yaparım. Kendimi inandırmak için güçlü bir sanatçı olduğumu bangır bangır bağırırım. Yine de güçlü olduğuma inanmam.

Max Jacob
17, Gabrielle Sokağı, Paris

(Çev: Salâh Birsel)

Ağu
10
2010
0

Jean Luc Godard ve Televizyon

“…ve sinema”nın 1986 yılında yayımlanan üçüncü sayısında J. L. Godard’ın televizyon üzerine düşüncelerini içeren bir söyleşi bulunmaktadır. Söyleşiye https://zaferyalcinpinar.com/godardvetelevizyon.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Söyleşiyi Sungu Çapan çevirmiş…

Ağu
10
2010
0

Bir film olarak “Yolda”…

Bkz: https://www.antraktsinema.com/haber.php?id=419

Jack Kerouac’ın yazdığı ve Beat kuşağının kutsal kitabı olan  On The Road (Yolda), Francis Ford Coppola yapımcılığında ve Walter Salles yönetmenliğinde filme çekilmeye hazırlanıyor. Viggo Mortensen ve Amy Adams da filmde oyuncu olarak boy gösterecekler. Francis Ford Coppola’nın otuz yıldan beri üzerinde çalıştığı proje 2011 yılında gösterimde olacak. Jack Kerouac’ın ABD’de ilk olarak 1957 yılında yayımlanmış kitabı bizde de Ayrıntı Yayınları tarafından basıldı. Filmde ayrıca Kristen Stewart, Kirsten Dunst, Sam Riley ve Garrett Hedlund da sırasıyla Camille, Marylou, Sal Paradise ve Dean Moriarty karakterlerini canlandıracak.

Ağu
09
2010
0

kafandaki sözcükleri aç…

kafandaki sözcükleri aç,
ebrulu sayfayı geç,
ve baştan başla
(…)
bir saat koy masaya,
-kum saati değil, bildiğimiz saatlerden
zili ve takvimi olursa iyi olur-
bir metronom,
-temponun hızı için, ayarlarsın sen-
mademki eski nüfus kâğıdın duruyormuş
yaşamının sayfalarını da ona eklersin.

ECE AYHAN
“Hayvan” Dergisi, Ağustos 2004, Sayı:27, s.2

Ağu
09
2010
0

Uyku (Georg Trakl)

Siz lanetli kara zehirler,
Beyaz uyku!
Şu uyuklayan ağaçların durduğu,
Yılan ve gece kelebeği,
Örümcek ve yarasa dolu
Çok tuhaf bahçe.
Yabancı! senin
Gümbatımının kızıllığındaki
Kayıp gölgen,
Kederin tuzlu denizinde
Ürkütücü bir korsan.
Yıkılan, çelikten kentlerin üzerinde,
Gecenin kenarından havalanan beyaz kuşlar.

Georg Trakl
“Akşam Vakti”, Çev: Hikmet Kayahan, BFS Yayınları, 1989, s.91

Kolay değil Georg Trakl’ın dünyasına girmek. Rilke, Trakl’ın şiirini aynada yansıyan resimlere benzetir; aynadaki manzaralara ulaşmak olanaksızdır. Gerçekten de, bir aynaya bakar gibi duyarız kendimizi, Trakl’ın şiirlerini okurken: Gerçek, ama gene de ulaşılmaz. (Kurt Klinger)

Ağu
08
2010
0

Sinema ve R.Barthes

Roland Barthes: (…)Kültürsüzleşme hızı her sanat dalında farklı. Sinemada çok sık görünüyor, edebiyatta ise daha sınıflandırılmış. Bence, belli bir bilgi, yani teknik bilgi olmadan çağdaş edebiyata katkıda bulunmak olası değil. Çünkü edebiyatın varlığı tekniği ile anlam kazandı. Kısaca, sinemanın bugünkü kültürel konumu belli bir bilgi isteyen teknikleri harekete geçiriyor, aksi takdirde kesin bir hayal kırıklığı kaçınılmaz olacaktır.Ancak edebiyatın tersine, sinemanın varlığı kendi tekniği ile bütünleşmemiş durumda. Sinemanın hakikatine koşut bir edebiyat hakikati düşünün! Dil ile mümkün değil bu…

-Filmi dil ile kavramaya çalışmak zor, hatta olanaksız değil mi?

Roland Barthes: Bu zorlukları sıralamak mümkün. Bugüne dek olan kanı, her dil için kalıp olan sözcüğün, konuşulan dili oluşturduğu idi. Bu konuşma dili analojik olmayan simgeler (süreksiz olan ve olabilen) kullanan bir koddur. Bunun tersine sinema, kendini ilk bakışta gerçekliğin analojik (dolayısıyla sürekli) dilegelişi olarak sunar. Peki, dilbilimsel bir analiz yapabilmek için analojik ve sürekli terimlerden hangisi seçilmeli? Filmin ya da parçalarının semantik olarak anlayışı nasıl ayrıştırılıp, değiştirilmeli? Eğer eleştiri sinemayı dil olarak (bu kavramın metaforik kullanımını fazla kurcalamadan) görmek istiyorsa, önce sinemaya dair analojik olmayan; ya da en azından bozulmuş, abartılmış veya kurallaştırılmış analojiye ait; sistematik olarak dil parçaları gibi düzenlenmiş öğelerin olup olmadığı araştırılmalıdır. Bunlar henüz gelişmemiş, somut araştırmanın çözebileceği sorunlardır ve belli film olma ölçüleri ile anlaşılabilir. (…)

“…ve sinema” Dergisi, Çev: Alper Gönen, Sayı:3, Hil Yayın, 1986, s.111

Ağu
08
2010
0

“Şiirsel Yük”

Edebiyat Nedir?‘deki notlardan birinde şunlar yazılıdır: “Bazı saf kişiler benim ‘şiir karşıtı’ ya da ‘şiire karşı’ olduğumu ilan ettiler. Suya ya da havaya karşı olduğumu söylemek kadar saçmadır bu.” Sartre için şiir havayla su gibidir; çevremizdedir, dışımızdadır, solunur, dokunulur, içinden geçilir, doğanın bir öğesidir. Bazıları bunun kabul edilişinde bir azımsama biçimi görecektir. Aslında Sartre’ın söylediğinin başka bir anlamı vardır: “Şiir varsa, şair ortada yoktur,” demek istemektedir.(…)
Pierre Verstraeten’le “Yazar ve Dili” konulu bir söyleşide insani arzunun, derin arzunun şiirde nasıl dışa vurulduğunu gösterir: “Arzunun eşdeğeri sözcüklerin kullanımıyla verilir, şu anlamda ki, sözcükler kendileri için söylenmez; söylenemez olan şey sözcüklerin gerçekliğinde gösterilir, yani tam olarak, sözcüğün yoğunluğunun bizi sözcüğün kendisini yaratmamış ancak içine sızmış olan şeye gönderdiği ölçüde gösterilir: Arzuyu dile getirme istenci yoktur. Söze dökme, arzunun dile getirilmesine yönelik değildir, ancak arzu, söze dökülenin içine sızar.”
Bu satırlarda hemen dikkati çeken şey, şiirsel yükün, “üretilmiş” olmayan, bir “istencin” meyvesi olmayan, tam tersine gizli özne olarak hareket eden, sözcüklerin yoğunluğuna “sızan”, gerçeliklerinde gösterilen ve söze dökülen dilin içine işleyen bir şey olarak betimlenmesidir.(…)

Raymond Jean
“Sartre ve Şiir”, Çev. Aytekin Karaçoban
Sombahar Dergisi, No:24, 1994, s.6-7

Ağu
08
2010
0

Şefik Atabey’in Vefatı

Şefik Atabey’in Marmara Adası Aba Koyu’nda yer alan yazlık evi…

Bugün itibariyle, dünya çapında Osmanlı tarihi ve coğrafyasına ilişkin kitap ve koleksiyonu konusunda en bilgili kişilerden biri olan Şefik Atabey’in vefat ettiğini öğrendim. Marmara Adası’nda komşumuz olan Şefik Amca’nın vefatıyla birlikte kitap koleksiyonculuğu dünyasında bilgi ve deneyim açısından büyük bir boşluk oluşmuştur. Kitap koleksiyonculuğu üzerine ilk tavsiyeleri 2000 yılında Şefik Amca’dan aldığımı ifade etmeliyim. Ayrıca, Eduardo Galeano’yu bana tanıtan da Şefik Amca’dan başka biri değildir. Ailesine ve yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum.

Hamiş:  Şefik Atabey, İstanbul Radyosu ile Türkiye Boks Federasyonu kurucularından gazeteci ve radyo programcısı Eşref Şefik‘in oğluydu. Kitap koleksiyonculuğu konusunda da Ömer Koç’un akıl hocası ve öncüsüydü.

2.Hamiş: Şefik Atabey’in naaşı 10 Ağustos Salı günü Marmara Adası’nda defnedilecektir.

Ayrıca bkz: https://webarsiv.hurriyet.com.tr/2002/03/23/103877.asp

Ağu
07
2010
0

Söyleşi: “Tarihsel gelişme hükmünü veriyor.” (Onat Kutlar)

“…ve sinema” adlı derginin 1985 yılında yayımlanan ilk sayısında Onat Kutlar’la gerçekleştirilmiş bir söyleşi bulunuyor. Onat Kutlar’la Serhat Öztürk görüşmüş…
Onat Kutlar’ın 1960-70 dönemi Türk sinemasına ilişkin tespitlerinin yoğunlaştığı işbu söyleşinin tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/onatkutlarvesinema.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
06
2010
0

Birşey arıyorsak labirent en gözde mekândır.

(…)
Juan Cobos: Kamera ve oyuncuların ortak hareketlerinin sonucunda filmleriniz çok başarılı ve güzel…

Orson Welles: Burada görsel bir saplantı var. Filmlerimi düşünürken onların bir devamlılık ekseninde olmayıp, daha çok bir arayış üzerine kurulduğuna inanıyorum. Birşey arıyorsak labirent en gözde mekândır. Niçin olduğunu bilmiyorum, ama filmlerimin büyük bir kısmı fiziksel bir arayış üzerine kurulmuştur.

J.C: Yapıtlarınız üzerine çok düşünüyorsunuz…

O.W.: Asla deneme ile edinilen ve olaylardan çıkarılan, aposteriori bir olgu değil. Filmleri hazırlarken üstünde uzun uzun düşünüyor ve çok büyük çapta ön hazırlık yapıyorum. Çekime başlarken de filmin en kolay anlaşılır kısmını en başa koyuyorum. Sinemanın çekici ve tiyatroya üstünlük sağlayan yanı, hem kendine egemen olabilmek hem de kendini zenginleştirebilmek. Hiçbir yerden gelmeyen bir yaşam sunuyor bize. Sinema her zaman yeni bir şeylerin keşfedilmesini sağlamak zorunda. Esasen sinemanın şiirsel olması gerektiğine inanıyor, bu nedenle hazırlık sırasında değil, ama çekim sırasında, dramatik süreyi veya anlatım sürecini geciktiren şiirsel bir sürece dalmayı deniyorum. Gerçekte ben bir fikir adamıyım; ve ahlakçı olmaktan çok, fikir adamı olmanın avantajını kullanıyorum.
(…)

“…ve sinema”  Dergisi, Sayı:1, 1985, s.89
Çev: Nuray Yaşar ve İlker Yaşar

Ağu
05
2010
0

Sokaktaki hiç adam…

Futuristika taifesi, sokak sanatının sıkı isimlerinden Sedat Türkantoz’la bir görüşme gerçekleştirmiş… Görüşmenin tüm metnine https://www.futuristika.org/kultura/sanat/sedat-turkantoz/ adresinden ulaşabilirsiniz.

(…) Aslında o adamlar şaşkın değiller pek. Sadece kendilerine buldukları boş bir duvarda var olup o gün bir kaç saat içinde bile olsa yok olmayı göze alan birer “hiç adam”. Büründükleri bir form yok. Sadece boş küme işaretini hatırlatıyorlar, mantığın eridiği bir şeydir boş küme, etkisiz eleman-sonsuzluk gibi bilinmeyene bir atıf. Bir şekilde var edilen düzenin veya her şeyin görünmez bilinmez referansıdır, sebebidir. (Sedat Türkantoz)

Ağu
03
2010
0

Zamanların Sonu Üstüne Söyleşiler

(…)
-Zamanların sonunu mu yaşıyoruz?
Jean-Claude Carriére: Aklıma ilk gelen şey, tartışmasız bir biçimde kimi dilbilgisel zamanların sonuna tanık olduğumuzdur. (…) Fiil çekimi ne demektir? Zaman içinde durumların tüm çeşitliliğini düşünmek, dile getirmek çabasıdır. Kuşkusuz bu olanaksız bir çabadır. Zamanı denetim altına alabilmek ve her an, şu zamanın içindeyiz, şu kaygan çıkıntıya geçtik, diyebilmek için onu hiçbir zaman yeterince “zaman”a parçalayamayacağız.
(…)
-Dilin bu yeni kullanımı size nasıl düşünceler esinliyor?
Jean-Claude Carriére: Dilbilgisel zamanların kullanımına bir yorum getirmekten titizlikle kaçınıyorum. Buna dikkat çekmekle yetiniyorum. Bu evrimin yaşamlarımızın, kimbilir neden, durmaksızın hız kazanması yüzünden dilin yalınlaşması yönünde gerçekleştiği sonucuna varılabilir. Öyle görünüyor ki bizler Couperin müziğindeki ayrıntıları algılamakta yetersiz kalıyoruz, çünkü, kulağımız hasar görmüştür ve kuşkusuz hasar gören yalnızca kulağımız değil. Belki de zamanla ilişkimiz içinde belli bir duygumuz kayboldu, yeni bir tembellik yerleşti.
(…)
Umberto Eco: Daha az baskıcı, dinden daha az titizlik isteyen, bir felsefeden daha eğlenceli bir tarikat: New Age, ne usçul bir denetim gereği ne de herhangi bir tanrıbilim olmaksızın her konumun gerçekliğini benimseyen mutlak bağdaştırmacılıkç Makrobiyotikten uçan dairelere, pranoterapiden Budacılığa değin her şey benimsenir; kişinin kendi mönüsünü hazırlaması yeterlidir. Bir “kendin yap” dini. Ama ben bunu da, 2000 yılının yaklaşmasından çok, ideolojilerin çöküşüne bağlıyorum.
(…)
-İnternetin insanlığın bir tür eksiksiz belleğini, sınırsız bir sanal kitaplığı kullanımımıza sunduğu şu sırada belleğin yitmesinden nasıl söz edebilirsiniz?
Umberto Eco: Nihayet, belleğin güncel bunalımı diye adlandırdığım şeyi ele alma fırsatı doğdu. Bir an için ilerleme kavramına geri dönelim. Yüzyıllar boyunca, kültürümüzün, bilginin durmaksızın birikmesiyle tanımlandığı izlenimini taşıdık. Ptolemaios’un güneş sistemini, daha sonra Galilei’ninkini, ardından Kepler’inkini vb’ninkileri öğrendik. Oysa bu yanlış! Uygarlıkların tarihi, tonlarca bilginin yokolduğu, birbirini izleyen bir dizi uçurumdur! Yunanlılar, Mısırlıların matematik bilgilerini anlayabilecek yeterlikte değildi; bu da, yitik eski bilgilere yeniden ulaşılmasına dayalı gizilcilik anlayışlarının serpilmesine yol açtı. Daha sonra, Orta Çağ, bütün Yunan bilimini, bir diyalog dışında bütün Eflatun’u ve Aristoteles’in yarısını yitirdi… Bunu böylece uzun uzun sürdürürsek, çağlar boyunca, her dönemde bilginin bir bölümünün yitirilmesine göz yumulduğunu görürüz.

“Zamanın sonu Üzerine Söyleşiler”
Hazırlayanlar: Catherine David, Frédéric Lenoir ve J.P. de Tonnac
Çev: Necmettin Kâmil Sevil, YKY, 2000

Ağu
03
2010
0

Kepenklerde…

By Rad

***

By Cins

Fotoğraflar: Zy

Ağu
03
2010
0

Küçük Anılar’dan… (José Saramago)

(…)Balık tutmakta hiçbir zaman usta olmamışımdır. Kendi yaşıtım olan ve benimkiler kadar mütevazi olanaklara sahip herhangi bir çocuk gibi, misinasının ucuna olta iğnesi, kurşunu ve mantarı bağlı olan sıradan bir kamış kullanırdım, yani sonraları bizim oralarda ortaya çıkacak olan ve benartık epeyce büyüyüp balıkçılık hayallerimi bir yana bıraktığımda yöredeki bazı meraklıların ellerinde görme fırsatı bulduğum o modern gereçlere benzer bir yanı hiç yoktu. Bu yüzden de benim tuttuklarım birkaç sazanla az sayıdaki küçük boy bıyıklı sirozun ve boşa harcanmış pekçok saatin ötesine geçemezdi. Daha doğrusu boşa geçmiş denemezdi, çünkü ben hiç farkına varmadan, gelecekte benim için daha az önemli olmayacak şeyleri “tutuyordum”: hayalleri, kokuları, sesleri, esintileri, duyguları. (…)

José Saramago
Küçük Anılar, Çev: İnci Kut, Can Yay.,2008, s.46

Ağu
02
2010
0

“Mtaär” açılsın!

“Mtaär” açılsın!

Foto: Zy

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler: ,
Ağu
02
2010
0

Götürün Beni (Henri Michaux)

Bir karavela içinde götürün beni
Yaşlı ve usul bir tekne içinde
Pruvanın içinde, ya da isterseniz köpüğün
Ve uzaklarda, uzaklarda yitirin beni

Ayrı bir çağın bağlamları içinde
Karın aldatıcı kadifesi içinde
Üşümüş beş on itin soluğu içinde
Ölü yaprakların dermansız kümesi içinde
(…)

Henri Michaux
Çev: Cemal Süreya

Ağu
02
2010
0

d’un certain Plume

Plume’un 1943 baskısının kapak görüntüsü


(…) Kolaylıkla bir tenis şampiyonu olabilirdi. Doğrusu, aslında yaşantılarının bu yanını önemsizleştiriyordu ve bana meskalinli fırçanın abartılmayı hak etmediğini söyledi, ve insana onun şiirsel alaycı ruhunun çevikliği için herhangi bir kanıt gerekiyorduysa eğer, sadece, canlı vukufları ve zengin alaycılıklarıyla onun gezi yazılarına dönmesi gerekirdi.
Ama bütün yazdıkları içinde en kıymet verdiği, ne kadar uğraşsa da hayatla başa çıkamayan bu talihsiz küçük karakterin bulunduğu “Plume” gibi görünüyordu. O absürdün gerçek bir çocuğuydu ve ilkin, oksijen hasreti çeken bir tür proto-Chaplin figür olarak tanındı. Gülüşü, ki çok yoğun ve maraziydi, stresleriyle gerçek dünyayla karşı karşıya geldiğinde ona akıldan çıkmayan ve bilmecemsi bir nitelik verdi. Kederli, talihsiz, çaresiz, suçlanmış, bozguna uğramış Plume, silik şahsiyetin ve Michaux efsanesinin, beceriksizin çaresiz gülüşüne boğulur.
Şair, bilgelerin bize söylediğinin doğru olduğunu kavramış görünüyor. Yani gerçekliği eğip bükerek ve onu yöneterek kendinizi gerçekten bulabilirsiniz, görünüz bir tanecik bile öz-çıkarcılık parçası içermemek kaydıyla. İstememek yoluyla, deyim yerindeyse onu özgürleştirirsiniz, bütün temel kozmik bereketin içine gürültüyle dalarsınız.
(…)
İnsan onun, nesnelerin insan mantığını önceleyen düzeni içine, mantığı ve dili önceleyen düzenin içine uzatılmış bir araştırmaya çıktığını hissetmeden edemiyor. Oun şiir tarzı eski mağaraların insanlarının biçimini çağırdı, onların kamp ateşlerinin çevresinin gözden geçirerek. Ve onun resmi aynı tarz bir büyüye çalışıyor. Sözcük oymaklarından farandol yapan nokta kümeleri.
(…)

Lawrence Durrell
Çev: Selahattin Özpalabıyıklar

Ağu
01
2010
0

Kürek Çekiyorum (Henri Michaux)

(…)
Yorgunluğun gövdene ağır bir kütük
Yorgunluğun uzun bir kervan
Yorgunluğun gidiyor Nan ülkesine kadar
Açıklanamaz yorgunluğun
(…)
Dünya uzaklaşıyor senden
(…)
Kürek çekiyorum
Kürek
Kürek

Çekip gidiyorsun, ayyaşsın, bir katırın kuyruğuna bağlanmışsın
Ayyaşlık göğü karartan dev bir güneşlik sanki
Ve topluyor sinekleri
Yarımçember kanalların başdöndürücü ayyaşlığı
Yarım felcin iyi işitilmemiş başlangıcı
(…)

Kürek çekiyorum
Kürek
Gündüzlerine karşı kürek çekiyorum

Acının evine giriyorsun
Kürek çekiyorum
Kürek

Kara bir göz bağına yazılıyor hareketlerin
Tek gözlü bir atın büyük beyaz gözünde yuvarlanıyor yarınların

Henri Michaux

Çev: Halil Gökhan
Göçebe Dergisi, Sayı:7, 1998, s. 105

Tem
25
2010
0

Oruç Aruoba Söyleşisi (The Agonist, Mart 2010)

“Nietzche Circle” taifesi tarafından çıkarılan  The Agonist adlı sıkı derginin Mart 2010 tarihli sayısında Oruç Aruoba ile gerçekleştirilen bir söyleşi yayımlanmış. Söyleşiyi, Yunus Tuncel ve Rainer Hanshe birlikte kotarmışlar… İşbu sıkı söyleşinin tam metnine https://nietzschecircle.com/AGONIST/2010_03/PDFs/AgonistMAR2010OrucInterview.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.

Ayrıca, The Agonist’in yayımlanmış eski sayıları için bkz; https://www.nietzschecircle.com/AGONIST/agonist_archive.html

Tem
24
2010
1

Yitiksiz’den… (Turgut Uyar)

Yitiksiz

(…)
Üç beş kalem insan gelip geçtiler
Benim aradığımı bulup geçtiler
Biliyorsunuz bu dünya bana yetmez
Biliyorsunuz bütün kapıları omuzladım
Kimini açtım kimini açamadım
Bütün gemileri dolaştım limanlarda
Hepsi rıhtımlara bağlıydılar
Bütün adalar yitikti
Sabaha karşı oturup ağladınız
Çünkü siz bulup da yitirdiniz

Ben yitirmem bir bulsam
Büyük kayaları üst üste korum
Ama biliyorsunuz her şey gelip geçecek
Süslü kadınlar gibi oymalı arabalarda
İki vakit arasında sessiz bir çiçek
Bir dökülecek bir açacak
Sonunda cılız köprülerin öte başında
Bir benim bulamadığım kalacak
(…)

Turgut Uyar
1954

Ben Başka Türlü Şiir de Yazmasını da Bilirim

Sokağın orta yerinde durdum
Bir adam tarçınlı şeker yiyordu
Bir uçurum almış başını gidiyordu
Bir bulut süklüm püklüm meydanda
Bir kadının gözleri büyüktü
Herkesin göğsünde kendi kalbi vuruyordu
Ya benim şaşkınlığım
Her şey benim olsa ne olur
Her şey benim olsa ne olur

Bir bıçak sol böğrüme
Bir bıçak sağ böğrüme
Benim zorum kendimden

Para eder ne var ne yok satmalı
Ay ışığında sabahlara kadar
(…)

Turgut Uyar
1953

Yitiksiz (kitaplarına girmemiş şiirleri), Haz: M.C. Doğan, YKY, 2010

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com