Biz bu gece nerede yatacağını bilmeyen üç kişiyiz.
(…) Kapısının üstünde “emniyet odası” diye yazılı bir aralıkta yatacakmışız. Emniyet odasında neler bulunur? Tahmin edemezsiniz. Duvar dibine sıralanmış beş numaralı gaz lambası. Dolu ve boş gaz tenekeleri. Eski paçavralar. Elektrik söndüğü için bir lamba yaktılar. Denkleri acele acele açtık. İki gün iki geceden beri ilk defa yatağa yatacağız. Odanın dışarıya penceresi yok -malum ya “emniyet odası”- iki penceresi de başka bir odaya açılıyor. Bu pencereler de camsız. Baktıkları oda jandarmaların yemekhanesi, iki masa ve bir sürü yaramaz çocuğun şimendifercilik oynamak için dizdiklerini zannettirecek şekilde arka arkaya sıralanmış iskemleler. Derhal yattık. Kapıyı kilitlediler. Dışarıda nöbetçinin öksürüğü, nalçalı ve sert ayak ses-leri, çamurlu bir kasaba şehri. Odanın ismi (emniyet) ama tavan yok, gökyüzünü görüyoruz. Bulutların arasında unutulmuş bir yıldızı seyrederek uyuduk. Sabahlayın daha yorgun uyanmışız. (Kemal Tahir)
(…) İstanbul’dan Çankırı’ya kadar uzun ve müzmin, tren zelzelesiyle geldik. Gece zelzeleden yeni kurtulmuş gibi tavanı sahici yıldızlarla süslü bir karanlık odaya sığındık. Ve nihayet sabahlayın, sanki ansızın yer yarıldı ve biz toprağın içinde rutubetli bir mahzene düştük. Orada gömülüp kalacak mıydık? Hayır. İçimizde kalınlığında ki porfir taş duvarlara karşı beşeri yüreğin her şeyi eriten yumuşak ihtilali ayaklandı. “Bu duvarlar bizi öldüreceğine biz onları yere sereceğiz” dedik. Renkli kâğıtlar, tablolar, fotoğraflardan ibaret silahlarımızla hucüma geçdik. O zaman güzel sanatın gayet pratik, gayet konkret bir zaferine şahit olduk. Duvarları yenmiş, duvarları öldürmüştük. (Hikmet Kıvılcımlı)
(…)
Nâzım Hikmet,Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı’nın birlikte kaleme aldığı bir mektuptan… Söz konusu mektup 16 Şubat 1940 tarihinde Semiha Berksoy’a yazılmıştır. (Nâzım Hikmet ve “Tosca”sı Semiha Berksoy, YKY, 2008, s.49-51)