Yenigün Yayınları, 1. Baskı, Eylül 1978 (Zafer Yalçınpınar Koleksiyonu’ndan…)
Cumhuriyet Kitap Eki’nin 26 Nisan 2012 tarihli 1158. sayısında Hüseyin Özalp, “Sabahattin Ali Nasıl Öldürüldü?” başlıklı bir yazı kaleme almış. Kemal Bayram’ın “Sabahattin Ali Olayı” adlı kitabını tanıtan/anlatan yazının tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/nasil.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.
Sabahattin Ali‘nin “Kürk Mantolu Madonna” adlı eseri Japonca yayımlandı. Y. Mashima tarafından çevrilen eser, Daido Seimei Uluslararası Kültür Vakfı‘nın “Günümüz Asya Edebiyatı” dizisi kapsamında yer alıyor. (İşbu sevindirici haberi EVV3L’in takipçileriyle paylaşan dostumuz İnan Öner‘e çok teşekkür ederiz.)
Ben dün İstanbul Cezaevi’nden Üsküdar Cezaevi’ne nakledildim. Çünkü İstanbul Tevkifhane, cezası katileşenleri buraya gönderiyor. Burası daha sakin, daha rahat ve vukuat da olmuyor. (…)
Cezaevi Karacaahmet’e yakın, üzülecek hiçbir şey yok. Her şey düzelir, hele Filiz hiç üzülmesin. Okullar başlamadan çıkarım. Yeni davalar o kadar ehemmiyetli değil. Siz gelirken bana şunları getirin:
1-Pijama, eski sarı ayakkabılar, mayo, çamaşır.
2-Şu kitaplar:
a)Misafir odasındaki raftan:
Bros: Der Pharao(Firavun)
Ehrenburg: Der Fall von Paris (Paris Düşerken)
b)Oturma odasındaki raftan:
Steinbeck: Früchte das Zorns (Gazap Üzümleri)
Norah Lofts: Hölle der Barmherzigkeit (Merhamet Cehennemi)
Bunları muhakkak beraber getirin. Oradaki arkadaşlar ne vaziyette? Cevdetler, Muvaffaklar ne yapıyor? Rebia benim cezanın tasdik edilmiş olduğunu öğrenip daha evvelden bana bildiremez mi idi? Hiç olmazsa ona göre işlerimi tanzim ederdim ve tevkif böyle ani olmazdı.
Ne ise, arkadaşlara, (ama sahiden arkadaş olanlara) selam.
(…)
Sabahattin Ali “Canım Aliye, Ruhum Filiz” (Mektuplar) Haz: Sevengül Sönmez, YKY, Kasım 2013, s.141-143
Cumhuriyet Kitap Eki’nin 26 Nisan 2012 tarihli 1158. sayısında Hüseyin Özalp, “Sabahattin Ali Nasıl Öldürüldü?” başlıklı bir yazı kaleme almış. Kemal Bayram’ın “Sabahattin Ali Olayı” adlı kitabını tanıtan/anlatan yazının tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/nasil.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.
3 Mart 2012 tarihine kadar CKM’de(Caddebostan Kültür Merkezi’nde) sürecek olan “Sabahattin Ali” Sergisi‘ne ait “Fotoğrafını Bekliyorum” adlı sergi kitabını inceledim. Kitabın editörlüğünü Sevengül Sönmez üstlenmiş. Sergide yer alan tüm edebiyat efemaraları ve Sabahattin Ali’nin hayatındaki dönüm noktaları hem görsel hem de metinsel olarak kitabın kapsamına alınmış. (YKY tarafından yayımlanan “Fotoğrafını Bekliyorum” adlı sergi kitabını tüm edebiyat ve edebiyat efemerası meraklılarına öneririm.) Kitapta -tıpkı sergide olduğu gibi, doğallıkla- ilgimi çeken birçok efemera var… Özellikle, Nâzım Hikmet’in Sabahattin Ali’ye yazdığı “tarihsiz” mektubu çok önemsiyorum. Mektuptan bir bölüm aşağıdadır. (Zy)
(tarihsiz)
Kardeşim,
(…)Romanını nasıl sabırsızlıkla ve ne büyük güvençle beklediğimi tasavvur edemezsin. Bak konkre konuşmuyorum: Hikâye ve romanda bugün sen varsın, senden sonra Kemal Tahir var, sonra Orhan Kemal var, Suat Derviş var. Kemal Tahir’le Orhan Kemal biri daha ilerde, biri henüz civciv, fakat dehşetli vaatlerle dolu biri civciv, biri yazdıklarını neşretmek imkânsızlığı içinde, ötekisinde bu imkân henüz belirmiş, Suat Derviş’e gelince galiba artık yazmıyor, velhasıl büyük Türk hikâye ve romanının tek bayrağı bilfiil sensin. Bugünkü durumda bu böyle. Bunun zorluklarını, mesuliyetlerini gayet iyi anlıyorum. Fakat sana her zaman o kadar güvendim ve o kadar güveniyorum ki bu zorlukları, yüklendiğin ağır yükün altından kalkarak yeneceğine inanıyorum. (…)Edebiyatımızın bugünkü şartları seni öyle bir yere getirmiştir ki, rehberlik etmeye ve bunun mesuliyetlerini yüklenmeye mecbursun. Verimlisin, bu sana rehberliğinde en büyük yardımcıdır. Beni sekterlikte ittiham etme. Katiyen değilim. Sadece olanı olduğu gibi görmeye çalışıyorum. Sait Faik diye bir yazıcı var. Belki istidatlı, fakat hâlâ ne yapmak istediğini bilmeyen (…) bir delikanlı. Onu seninle birlikte, senden sonra bile saymıyorsam sekterliğimden değil. Sonra Sefer Aytekin diye bir delikanlı var. Orhan’dan daha civciv, bak eğer onunla şahsen uğraşırsan iyi olur. Bir de Denizin Çağırışı mı ne diye bir kitap çıkaran bir delikanlı var. (…) Eskilerden Reşat Nuri dama demiş vaziyette. Bir kitap yazdı ömründe: Yeşil Gece, ondan sonra ve dahi duralar. Yakup Kadri dünyaya biraz daha geç gelseymiş yani şimdi 20-25 yaşında filan olup senin kürsünde ders alacak durumda bulunsaymış adam olurmuş. Gel gelelim ki çok erken gelmiş dünyaya. Ve onun da yıllardır yazdığı yok. (…)
Bütün bunları sekter olmadığımı anlatmak için yazıyorum sana. Belki benim tanımadığım gençler ve ihtiyarlar vardır. Onları bilmem. Varsa onları toplamak, toparlamak, ayarlamak bugün senin üstüne düşen bir memleket vazifesi. (…)
(…)Seni hasretle kucaklarım sevgili kardeşim.
Nâzım Hikmet
“Fotoğrafını Bekliyorum” Sabahattin Ali Sergi Kitabı, Haz: Sevengül Sönmez, YKY, Şubat 2012, s. 67
Hamiş: Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Nâzım Hikmet” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/tas-ucak adresinden ulaşabilirsiniz.
Adam Yayınları’ndan 1993 yılında çıkan “Sertel’lerin Anılarında Nâzım Hikmet ve Babıâli” adlı kitabı, Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel ve Yıldız Sertel’in hatırladıklarıyla bütünlenmiş çok önemli bir yayıncılık tarihi eseri olarak ele almak gerekiyor. Bugünküne benzer garip bir gaddarlığın hüküm sürdüğü o garip dönemin karakteristik özelliklerine, önemli ayrıntılarına ve Resimli Ay Dergisi ile bu derginin çevresinde gelişen olaylara yönelik en ilginç anlatımlara Sabiha Sertel’in satır aralarında rastlayabilmek mümkün… İşbu kitap kapsamında yer alan ve Sabiha Sertel’in Sabahattin Ali’ye ilişkin aktardığı yaşantıları içeren episoda https://zaferyalcinpinar.com/sabaalisertel.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. (Zy)
2. Hamiş: Asıl ve mühimle, önümüzdeki günlerde işbu kitapta yer alan ve Nâzım Hikmet‘le ilgili olan bölümlerden bazı alıntıları Evvel Fanzin kapsamında yayımlayacağız.
Bugün, CKM’de gerçekleşen “Sabahattin Ali” sergisini gezdim ve çok etkilendim. “Edebiyat” başlığında kurumsallaşmış üstyapıları veya belediyeciliği ya da böylesi oligarşik salınımları filan zerre kadar sevmesem de bu sezon Kadıköy-Caddebostan Kültür Merkezi’nin mekânında YKY işbirliğiyle gerçekleşen sergilerin en azından “edebiyat tarihi” bağlamında çok etkili ve belki de “yerinde” olduğunu ifade etmek zorundayım.
Sabahattin Ali’nin yaşamından (ve -tabiî ya, ölümünden) kesitlerin fotoğraflarla ve çeşitli efemeralarla sunulduğu işbu serginin küratörlüğünü edebiyat arşivcisi Sevengül Sönmez üstlenmiş. Sabahattin Ali’yle ve edebiyat tarihiyle ilgilenen bir araştırıcı için düşünüldüğünde -gönül rahatlığıyla- “sergide yok yok!” diyebilirim. Sayısı yüzlere varan ayrıntının ve odağın içerisinde beni en çok etkileyen şey “Markopaşa”nın kapatılmasının ardından Sabahattin Ali’nin yeniden çıkardığı “Malum Paşa”nın kapak görüntüsüydü. Bir de, Sabahattin Ali’nin Desoto marka o ünlü kamyonunu görmek beni çok heyecanlandırdı.
Sergi 3 Mart’a kadar CKM’de devam edecek; 18 Şubat günü Sevengül Sönmez sergi alanında olacak ve sergi kapsamında yer alan efemeraların öneminden, bu belgelerin Sabahattin Ali’nin yaşamındaki yerlemlerinden bahsedecek. Aynı gün Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali de sergi alanında kitaplarını imzalayacak…
3 Şubat- 3 Mart 2012 Caddebostan Kültür Merkezi (CKM)
Küratör: Sevengül Sönmez
“Sergi, Türk edebiyatının en büyük yazarlarından Sabahattin Ali’nin yaşamöyküsüne eşlik eden fotoğraflar, belgeler ve eşyalardan oluşmaktadır. Kısa yaşamına çok sayıda eser sığdıran, eserleriyle önemli değişiklikler yaratan Sabahattin Ali edebiyatın dışındaki diğer sanat dallarıyla da yakından ilgilidir. Sinema, tiyatro, opera, resim ve özellikle de fotoğraf onun edebiyatında da oldukça etkilidir. Hem fotoğraf çekmeyi, hem de çektirmeyi seven Sabahattin Ali’den geriye kalan fotoğraflar, sadece onun yaşamına değil, Cumhuriyet’in 10. yılından sonraki Türkiye’sine de tanıklık etme fırsatı veriyor.
Ailesi tarafından oldukça zor koşullara rağmen saklanan kişisel belgeleri, mektupları, eserlerinin müsveddeleri vb. de onun edebiyat serüvenine kılavuzluk etmekte, aynı zamanda kişiliği hakkında ipuçları taşımaktadır.”
Sabahattin Ali: İkisi de yoktur. Sanatta sadece hakiki sanat, yani içinde geliştiği kitleye organik bağlarla bağlı olan ve bu kitleye bir şeyler vermek isteyen sanatla, kendi içine kapanık gaflet uykusuna yatmış yalancı oyunlar davası vardır.
24 Aralık 2011 Cumartesi günü, Point Hotel Barbaros‘ta gerçekleşecek olan “Büyük Pazar Müzayedesi”, edebiyat efemerası koleksiyonerleri ve heveskârları için son derece kıymetli eserler sunuyor.
Nâzım Hikmet’in el yazısı, şiirlerinin Rusça çevirilerini içeren bir imzalı kitabı ve Nâzım Hikmet kitaplarının tümünün ilk baskılarını içeren özel bir koleksiyon, Ahmet Muhip Dıranas’ın “Kaybolanlar” başlıklı yazı defterleri, çeşitli şair ve yazarların Ahmet Muhip Dıranas’a imzaladığı kitaplar, Sabahattin Ali’nin el yazılarından oluşan efemeralar, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun kumaş üzerine işlediği özgün baskılar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, Cahit Külebi, Asaf Halet Çelebi, Halim Şefik, Orhan Veli, İlhan Berk, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Can Yücel gibi sıkı isimlerin imzalı kitapları… Hangi birinden bahsetsem ki?
Eserler, müzayede günü olan 24 Aralık 2011’e kadar Point Hotel Barbaros’un kütüphanesinde sergileniyor. Mutlaka görülmeli, ziyaret edilmeli bu eserler…
Zy
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “imzalı” ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/imzali adresinden ulaşabilirsiniz.
7 Temmuz 2013 Pazar Günü, Beyoğlu Rixos Pera Oteli’nde gerçekleştirilecek olan özel müzayedeyi, imzalı kitap ve edebiyat efemerası kapsamında -biraz da heyecan içerisinde- düşündüğümüzde son senelerin en önemli ve en sıkı kitap müzayedesiyle karşılaştığımızı söyleyebiliriz; 2008 yılında vefat eden felsefeci-sahaf Arslan Kaynardağ‘ın koleksiyonundan eserlerin satışa sunulacağı bu müzayedeyi, imzalı kitap ve edebiyat efemerası heveskârları açısından, daha önceki yıllarda -belki de bir on yıl kadar olmuştur- gerçekleşen Kemal Sülker Koleksiyonu Müzayedesi’ne benzer bir kuvvette, içeriksel açıdan son derece heyecan verici, aydınlatıcı ve sahaflık mesleği için de çok özel bir devinim olarak görüyorum. Müzayedenin beni özellikle ilgilendiren en değerli kısmı müzayede listesinde “Nadir İmzalar” başlığıyla ifade edilmiş.
(Bkz: https://www.buyukpazarmezati.com/index.php?sayfa=mezat-listesi&arama=Nadir İmzalar) Bu başlığın altında Ahmet Haşim’den, Süleyman Nazif’ten, Halide Edip Adıvar’dan, İsmail Hakkı Baltacıoğlu’ndan, S. E. Siyavuşgil’den, Orhan Veli’den, Sait Faik’ten, Halikarnas Balıkçısı’ndan, A. Şinasi Hisar’dan, Sabahattin Ali’den, Orhan Kemal’den, Oğuz Atay’a, Onat Kutlar’a, Edip Cansever’e, Özdemir Asaf’a, İlhan Berk ve Ece Ayhan’a kadar inanılmaz derece önemli imzalar ve efemeralar bulunuyor… Şüphesiz, her imzalı kitap ve edebiyat efemerası heveskârı Arslan Kaynardağ’ın koleksiyonunda farklı farkılı, başka başka önem ve ilgiler bütünü bulacaktır, ancak, benim inceleme ve araştırmalarım için İlhan Berk ile Ece Ayhan’ın imzalı kitapları her açıdan çok değerli… Zaten pek bilinmez -daha doğrusu bilen bilir- ama, Arslan Kaynardağ 1979 yılında Ece Ayhan‘la çok ilginç bir konuşma-söyleşi gerçekleştirmiştir. Daha önce (Ekim 2010’da) bu söyleşiyi E V V E L fanzin ilgileri/buluntuları kapsamında yayımlamıştık. (Bkz: https://evvel.org/1979da-ece-ayhanla-soylesmek-arslan-kaynardag)
Ayrıca, müzayedede Arslan Kaynardağ’a ithafen imzalanan kitapların yanısıra efsanevi Yeditepe Dergisi ve Yayınevi için kuruluşundan itibaren resim-grafik tasarım çalışmaları yürütmüş olan ressam-grafiker Agop Arad‘a ithaflı kitaplar, edebiyat tarihimiz ile edebiyatın oluşturduğu dostlukları anlamak adına çoklu ve bütünsel bir önem arz ediyor. A. Arad’a ithafen imzalı eserlerin içerisinde Sait Faik imzaları son derece derinlikli ve etkileyici…
Uzun lafın kısası, 7 Temmuz 2013 Pazar Günü gerçekleşecek bu özel müzayede, kitap ve edebiyat efemerasıyla ilgilenen heveskârlar için son yılların en önemli hadisesi… Sıkı koleksiyonerlerin bu büyük müzayedeyi kaçırmamasını öneririm.
Sahicilikle Zy
Hamiş: Müzayedenin çağrı metni aşağıdadır:
Değerli kitapseverler ve koleksiyoncular;
Sizleri bu hafta sonu yapılacak olan Arslan Kaynardağ Koleksiyonu Müzayedesi ile ilgi bilgilendirmek istiyoruz. Aslan Kaynardağ’ın Cumhuriyet dönemi Türkiye sahaflık geleneğinin önemli bir ismi olması dolayısıyla bu önemli müzayedeyi siz kitapseverler duyurmayı bir borç ve görev biliyoruz.. Bu önemli müzayedeyi dost ve meslektaşımız olan “Pazar Mezatı” şirketi düzenlemektedir..
Felsefeci ve sahaf Aslan Kaynardağ’ın (1923-2008) koleksiyonundan imzalı kitapları, felsefe kitapları, ve belgeleri 7 Temmuz 2013 Pazar günü müzayede yoluyla satılacak.
Beyazıt sahhaflar çarşısı’nda önceleri bir tezgahta kitapçılığı başlayan ve daha sonra dükkanında faaliyetlerine devam etmiş olan Kaynardağ’ın felsefe, kütüphanecilik, Türk dili ve folkloru ile ilgili çok geniş çalışmaları sonucu birikmiş ve uzun süredir ortaya çıkmamış olan arşivi ve koleksiyonları nihayet kitap ve bilgi dostlarıyla buluşuyor.
Son derece nadir imzalı ve ithaflı kitaplardan felsefe arşivine, el yazısı mektuplardan fotoğraflara kadar zengin ve çeşitli bir seçki kitap meraklılarını, koleksiyonerleri ve araştırmacıları bekliyor.
Cumhuriyet dönemi tüm entelektüelleriyle bilhassa felsefecileriyle yakın ilişkisi ve dostluğu olan Arslan Kaynardağ aynı zamanda yayıncı ve yazar olarak bir çok eser vermiştir.
Arslan Kaynardağ’ın kütüphanesinde nadir eserlerin yanısıra, kendisine ithaf edilmiş ve yazar dostlarından ve kütüphanelerinden kalmış olan sıradışı kitaplar (örneğin Sait Faik’ten Asaf Halet Çelebi’ye veya Mehmet Akif Ersoy’dan Mithat Cemal Kuntay’a ithaf edilmiş kitaplar) ve çok geniş bir felsefe arşivindeki eski yazı, ve yabancı dilerdeki felsefe kitaplarının yanısıra dil ve dilbilim konusunda başvuru kitaplar bulunmaktadır..
Müzayede 7 Temmuz Pazar Gün saat 14:00 ten itibaren Beyoğlu Rixos Pera otelinde gerçekleştirilecektir.
Tüm koleksiyon www.buyukpazarmezati.com sitesinde detaylı olarak incelenebilir. Ayrıca 28.06.2013 tarihinden itibaren Hazzopulo Pasajı 1/B adresinde müzayede gününe kadar görülebilir. Bilgi için 0212 252 9010-0533 554 5696 numaraları arayabilirsiniz.
Tiyatro ile şiiri, hayatının anlamı kılan Cahit Irgat, 1930’lardan 1960’lara uzanan sanat yaşamında tanıdığı sanhe, sanat, edebiyat ve meyhane dostlarını, 1968’de Akşam gazetesinden bir yazı dizisiyle anlatmıştı: “Çok Yaşasın Ölüler”.
Cahit Irgat, hep eşitlikçi ve barıştan yana bir dünya özlemiyle sahneye çıktı, şiirler yazdı. 1940 karanlığında kalemiyle acı acı konuşmaktan çekinmedi. Devlet Konservatuvarı’ndan İstanbul Şehir Tiyatroları’na, Küçük Sahne’den Dormen Tiyatrosu’na uzanan sahne yaşamından insanlar ve çağdaş Türk edebiyatının en seçkin ve en önemli kişilikleriyle geçirdiği yıllar…
Hayatın acılarına, tiyatro ile şiirin derin ve sonsuz gücüyle dayanan Irgat, bir bakıma bu sahne ve edebiyat adamları üzerinden kendi hayatını da anlatıyor.
Çok Yaşasın Ölüler ilk kez kitap olarak yayımlanıyor.
Bu karnavalda kimler yok ki: Neyzen Tevfik, Orhan Veli, Hâzım Körmükçü, Sabahattin Ali, Sait Faik, Reşat Nuri Güntekin, Mahmut Yesari, Nurullah Ataç, Raşit Rıza, Vâlâ Nurettin, Ercüment Ekrem Talu, Peyami Safa, Halide Edip Adıvar, Naşit Özcan, Suavi Tedü, Ferdi Tayfur, Orhan Boran, Cahit Sıtkı Tarancı, Asaf Halet Çelebi, Ahmet Kutsi Tecer, Rüştü Onur, Muzaffer Tayyip, Hasan-Âli Yücel ve daha pek çok kişi…
Halkevinin camlarından aksederek beyaz mermer binayı kan rengi deliklere boğan güneş, akasya ağaçlarının ve çam fidanlarının üzerinde yükselen ve buğu mudur, toz mudur, ne olduğu belli olmayan duman, herhangi bir inşaattan dönen ve parça parça elbiselerinin içinde sessiz ve biraz kambur yürüyen ameleler, üstünde yer yer otomobil lastiği izleri uzanan asfalt… Bunların hepsi mevcudiyetlerinden memnun görünüyorlardı. Her şey, her şeyi olduğu gibi kabul etmekteydi. Şu halde bana yapacak başka bir şey kalmıyordu.
Sabahattin Ali
Kürk Mantolu Madonna, YKY, 17. Baskı,2005, s. 12-13
Birinci Mektup İmzacıları:(Ön Sayfa) Oktay Rifat, Dr. Hakkı Balamir, Muvaffak Şeref, Cahit Sıtkı Tarancı, Niyazi Ağırnaslı, Ferit Anlar, Ayhan Anlar, Melih Cevdet Anday, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cevdet Kudret Esendal, Prof. Dr. Behçet Kamay, Ordinaryüs Profesör Vasfi Raşid Sevig, Doç. Dr. Hüseyin Cahit Özen, Adnan Saygun, Asım Ruacan, Dr. Kemâl Narin, Doç. Dr. Sadun Aren, Ahmet Cevat Emre (Arka Sayfa) Ahmet Evintan, Nazım Kâmil Bayur, Mümtaz Faik Fenik, Ulvi Uraz, Prof. Dr. Behçet Tahsin Ramay, Melek Gün
İkinci Mektup İmzacıları: Halide Edip Adıvar, Adnan Adıvar, Orhan Veli, Sabahattin Eyüboğlu, Fikret Adil, Mina Urgan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Abidin Dino, Sait Faik
Nâzım Hikmet, 8 Nisan 1950’de açlık grevine başlamıştı. Avukatının isteği üzerine açlık grevini bir süre durduran şair, 1 Mayıs 1950’de tekrar greve başladı, 13 Mayıs’ta Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırıldı.Nâzım’ın annesi Celile Hanım, tek başına bir kampanya açmıştı. 9 Mayıs 1950 günü Celile Hanım üzerinde “Haksız yere mahkum edilen oğlum Nâzım Hikmet açlık grevindedir. Ben de ölmek istiyorum gece gündüz oruçluyum. Bizi kurtarmak isteyenler bu deftere adreslerini yazarak imzalasınlar” yazılı bir dövizle Galata Köprüsü’nün üzerine çıktı, kısa bir süre sonra “trafiği engellemek” suçlamasıyla gözaltına alındı. (…)
14 Mayıs 1950’de yapılan seçimleri DP kazanmıştı ve yeni hükümetin kurulması bekleniyordu. Seçimden üç gün sonra, Adnan Adıvar, Halide Edip, Sait Faik, Cahit Sıtkı Tarancı, Cevdet Kudret gibi aydınlar Nâzım’a bir mektup yazarak yeni hükümet kurulana kadar eyleme ara vermesini istediler.
Nâzım Hikmet, 19 Mayıs 1950’de açlık grevine son verdi. 14 Temmuz 1950’de çıkarılan hükümlülerin cezalarında indirim düzenleyen madde Meclis’te kabul edildi. Nâzım, 14 Temmuz 1950’de, tam 13 yıl sonra cezaevinden çıktı.
Kaynak: Nâzım Hikmet’in Açlık Grevi, Haz: Yeşim Bilge Bengü, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011
S.H. Dergisi: Sait Faik sağ olsaydı, kendi adına kurulan bu armağanı üç yıldan beri kazananlar için ne derdi?
Ece Ayhan: Sait Faik sağ olsaydı, herhalde; “Yahu teselli mükafatı mı bu?” derdi.
Mart-Nisan 1957 tarihli “Seçilmiş Hikâyeler” dergisinde yer alan “Sait Faik: Her Yıl Yeniden Ölen Adam” başlıklı dosyayı tekrardan yayımlıyoruz. Dosyanın tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/olenadamsaitfaik.pdf (18 Mb.) adresinden ulaşabilirsiniz.
Salim Şengil’in yönettiği “Seçilmiş Hikâyeler” adlı derginin Mart-Nisan 1957 tarihli 62. sayısı çok önemlidir. Önemlidir çünkü modern edebiyat tarihimizde ilk kez kayda değer şekilde -dimdik durarak, topluca ve ayağa kalkarak- bir edebiyat yarışmasının(armağanının) sonucuna ve dağıtımındaki haksızlığa karşı çıkılmıştır. Salim Şengil ve “Seçilmiş Hikâyeler” dergisi çevresinde yer alan yazarlar, 1957 yılının “Sait Faik Hikâye Armağanı”nın adil bir şekilde dağıtılmadığına işaret etmişlerdir; derginin 62. sayısı “Sait Faik: Her Yıl Yeniden Ölen Adam” adında oylumlu bir dosyaya ayrılmıştır. Salim Şengil ve arkadaşlarının iddiası; 1954-57 yılları arasında Sait Faik Hikâye Armağanı’nın Varlık Dergisi çevresindeki yazarlara haksız bir şekilde dağıtıldığı yönünde eleştirel bir bakış içeriyor. Dosyanın başında Salim Şengil’in açıklaması ve Seçilmiş Hikâyeler dergisi çevresinin “Sait Faik Hikâye Armağanı”ndan çekilişinin, ayrılışının öyküsü ile açık/sert bir mektup yer alıyor. Ardından konuya ilişkin olarak Attila İlhan‘ın “İş İştir”, Burhan Arpad‘ın “Sait Faik Adına Saygı Gerekir”, Tevfik Çavdar‘ın “Varlık Sanat Tekeli” ve Orhan Duru‘nun “Maskeli Balo” adlı ağır eleştiri yazıları yer almaktadır. Ciddi haksızlıklara karşı yayımlanan bu dosyada kısa bir soruşturma da gerçekleştirilmiş… Soruşturmaya Fikret Otyam, Ece Ayhan, Çetin Altan, Suat Taşer, Tarık Buğra, Mehmed Kemal, Sabahattin Batur, Vüs’at O. Bener, Baki Kurtuluş, Nezihe Meriç, Muzaffer Erdost, Güner Sümer, Tarık Dursun K., Orhan Duru, Tevfik Çavdar, Celâl Vardar, Sevgi Batur, Şükran Özkutlu, Can Yücel, M. S. Arısoy, Mahmut Makal ve Tektaş Ağaoğlu cevap vermiş. Soruşturma cevaplarının çoğu Sait Faik Hikâye Armağanı’nda yaşanan haksızlığı işaret ediyor…
Seçilmiş Hikâyeler dergisinin 1957’de sergilediği “karşı duruş ve haklı tepki” bize şunu göstermektedir: “Günümüzdeki hakkaniyetsiz edebiyat yarışmaları, edebiyat oligarşisi, edebiyat kâhyaları, üleştirmenler ve ödüllendirme sistematiği arasındaki habis birliktelik “yeni” bir şey değil… Yeni olan şey, söz konusu habis birlikteliğe tepkisiz kalışımız…”
Sonuçta, Evvel fanzin kapsamında (sözkonusu edebi ayaklanmadan tam 61 sene sonra, yani 2018 yılında) herkese ibret olsun diyedir, “Seçilmiş Hikâyeler” dergisinin “Sait Faik: Her Yıl Yeniden Ölen Adam” başlıklı dosyasını tekrardan yayımlıyoruz. Dosyanın tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/olenadamsaitfaik.pdf (18 Mb.) adresinden ulaşabilirsiniz.
Sahicilikle Zafer Yalçınpınar
Hamiş: 66 yıl sonra, günümüzde, hâlâ aynı yerde saydığımızı görmek beni üzüyor.
Bir süredir üniversite mizah dergilerini, lise edebiyat dergilerini toplamaya çalışıyorum. Bu dergilerin hoş detaylar barındıran ‘efemera niteliğinin’ ötesinde, biyografi çalışmaları için gizli hazineler barındıran özellikte olduğunu keşfettim, keşfediyorum. Şu an okuduğunuz bu yazı da sözünü ettiğim çabanın ürünüdür.
Üniversite mizah
dergilerinin belki de en meşhuru Kazgan.
Kazgan, Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) öğrencilerinin her yıl yayımladığı, –ve
yayımlanmaya halen devam eden- okulun hoca ve öğrencileri hakkında karikatürler
ve nükteli yazılar içeren bir mizah dergisi. Aynı zamanda “İnek Bayramı” gibi
bir Mülkiye geleneği.[1]
Kazgan’ın
çeşitli sayılarını incelerken “Mülkiyeli Edebiyatçılar” isimli bir dosya
hazırlamayı düşünüyordum. Ancak bu çalışmada bir sınırlamaya gitmek hem biçim
hem de içerik bakımından daha doğru olacaktı. Bu düşünce zihnimi meşgul ederken
Cemal Süreya ve Ece Ayhan’ın İkinci Yeni için kullandığı tabir aklıma geldi:
bir Mülkiye hareketi olarak İkinci Yeni.
Ece Ayhan, İkinci
Yeni’den bahsederken şu ifadeleri kullanır:
“Bana baka; ‘İkinci Yeni’ (ben, ‘Sıkı Şiir’ diyorum şimdi buna; o başka, ya da ‘Sivil Şiir’) 1950’lerden sonra, Türkçede, taşradan gelmiş ve çok genç parasız yatılıların oluşturdukları hiçbeklenmedik, garip bir biçimde de özgün, çağdaş, çağcıl ve önemli bir şiir ve bir düşünce ‘sıçrama’sıdır; yani 13/15 bir akım. Çok özgül bir anlamda belki de bir Mülkiye hareketi, hiç değilse ilginç bir Ankara şiir olayı. (Ne tuhaf; uç beylerini de birlikte getiren, iyice sınırda ve yeni şiir atılımları, ikidir Ankara’dan çıkıyor Cumhuriyet tarihimizde!)”[2]
Şu
cümle de onun:
“İlginç bir saptama: Sezai Karakoç ile Cemal Süreya, Mülkiye’yi (Siyasal Bilgiler Fakültesi) bitirmişlerdir ama ‘mülkiyet’le bir ilinti kurmamışlardır.
(Cemal Süreya bana İkinci Yeni olayının temelde ve bir anlamda (İnek Bayramı gibi) bir Mülkiye Hareketi olduğunu da söyler.)”[3]
Bahsettiğim sınırlamayı “Mülkiyeli İkinci Yeni Şairleri” yapmak da bir tercihti. Ancak literatürü incelediğimde, Cemal Süreya: Şairin Hayatı Şiire Dahil ve Doğunun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç çalışmalarında Kazgan değinilerini görünce[4] daha özgün bir çalışma yapmak niyetiyle yazıyı sadece Ece Ayhan’a özgülemek istedim ve bu yazı ortaya çıktı.
Kazgan-1959
BİR YIĞIN KEÇİBOYNUZU
1959 Kazgan’ında Kazgancı Cafer İdris
Damsarsar, “Şaban’a Mektup” isimli yazıda Ece Ayhan’ın Kınar Hanımın Denizleri kitabını alaycı bir dille müjdeler: “Ece
Ayhan Çağlar’ın ‘Kınar Hanımın Denizleri’ adlı bir yığın keçiboynuzuyla dolu
bir şiir kitabı çıktı.”[5]
Kazgan-1959, s.3
Keçiboynuzu kavramı (zahmeti çok faydası az) Ece Ayhan şiiriyle kuvvetli bağ kuramayan her okuyucunun kullanacağı türden bir benzetme. Ancak yazının sahibine dikkat çekmek isterim: İdris Damsarsar. Bilindiği üzere İdris Damsarsar, Ece Ayhan’ın kullandığı takma isimlerden biri. Bu bilgiyi bilenler için yukarıdaki değini daha da komik bir hal alabilir ancak 1959 Kazgan’ındaki İdris Damsarsar’ın Ergin Günçe olduğu bilgisini vererek işleri daha da karmaşık bir hale getireceğim, maalesef.[6]
Ergin Günçe’nin Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden yakın arkadaşı ve Kazgan’ın yayın kurulunda bulunan Dinçer
Günday, İdris Damsarsar hakkında Hakkı Avan’a şunları anlatır:
“Mülkiye’nin bir geleneği vardır: İnek Bayramı. Aslında bir şenliktir. Fakültenin son sınıfındaki öğrenciler, bu etkinliğin kapsamı içinde bir de Kazgan adındaki mizah dergisini çıkarırlar. 1959 yılının Kazgan’ında yayımlanmak üzere, Apollinaire’nin ‘Marizbill’ adlı şiirinin bir uyarlaması yapılır, ama nedense bu uyarlama dergide yer almaz. ‘Marizbill’, Ergin Günçe’nin el yazısıyla, ‘Mürebbiye’ adı konularak uyarlanır. Uyarlama çevirinin altında “İdris Damsarsar” imzası görülür. Apollinaire’nin anılan şiirini Sabahattin Eyüboğlu ile N. Cumalı dilimize çevirmiştir.”[7]
İşleri daha da karmaşık
hale getirmeden, yazıyı kimliğinden bağımsız ‘dönemselliği’ bakımından
inceleyeceğim. 1950’lerin ikinci yarısında, pek çok edebiyat dergisindeki
meşhur tartışma “İkinci Yeni ve anlamsız şiir” başlıkları üzerine eğilir.
Tartışmaların çoğu İkinci Yeni şiirinin, toplumsal sorunlardan uzak ve toplum
karşısında “faydasızlığına” işaret eder. Bu nedenle Kazgan’daki yazıyı da tipik bir örnek olarak değerlendirebiliriz.
Ancak bu tipikliğe karşı Ece Ayhan’ın savunması ve bugünden bakınca onun
şiirinin nerede durduğu göz önüne
alındığında bir keçiboynuzundan mı yoksa kurucu babadan mı bahsettiğimiz
sorusunun cevabı gayet açık sanırım.
Bu bağlamda Ece Ayhan’ın, İkinci Yeni hakkında yapılan ilk soruşturmada verdiği cevabı önemsiyorum:
“Yeni ozan yeni müteşebbistir, toplum içinde halen var olan ya da var olması istenilen gereksinimleri duyar, sezer, piyasaya gelir, üretime başlar. Yeni gereksinmeleri karşılayacak olan müteşebbisin üretimi, en az halen var olan gereksinmeleri karşılayan müteşebbisin üretimi denli, belki de daha çok, önemlidir.”[8]
TATARA TİTİRİ
1959 yılının Kazgan’ından bir buluntu: Ece Ayhan
Adında Biri Tatara Titiri.
Kazgan-1959, s.10
Yukarıdaki alıntı iki
güzel tesadüf barındırıyor. Birincisi, Ece Ayhan hakkında yapılan bir
betimlemenin bir argo deyimle yapılmış olması.[9]
İkincisi ise “tatara titiri” deyiminin Ece Ayhan’ın yazı ve söyleşilerinde
sıklıkla kullandığı bir tabir olması.
“Tatara titiri”, Hulki Aktunç’un Büyük Argo Sözlüğü’nde şöyle tanımlanmış:
Kazgan’da Ece Ayhan’ın bu şekilde tarif edilmesi tahminimce onun “tatara titiri” deyimini gündelik hayatta sıklıkla kullanması nedeniyle dergiyi hazırlayan arkadaşlarının, Ece Ayhan’a yaptıkları küçük bir şakadan kaynaklanıyor. Ece Ayhan’ın yazı ve söyleşilerinde, sekiz farklı yerde “tatara titiri” deyimini kullandığını gördüm.[11] Yani sevdiği bir deyim. Bu nedenle okul yıllarında da bu deyimi sıklıkla kullanıyor olabileceğini düşünüyorum. Ancak bu ilişkiden bağımsız olarak Kazgan’ı hazırlayan ekip, “tatara titiri” deyiminin olumsuz anlamını kullanarak bu türden bir betimleme yapmış da olabilir. Bu deyimin tespit edebildiğim ilk kullanımlarından biri Oktay Rifat’ın Jacques Prevert’den yaptığı çeviri:
“Bu şiir bizim ünlülere uygulanarak da okunabilir. İşte:Peyami Safa adında biri Tatara titiri”
O yıllarda bu deyimin
gündelik hayatta ya da matbuda ne düzeyde dolaşımda olduğunu bilemiyorum ancak
çok yaygın bir kullanım olmasa gerek. Bu nedenle yukarıda yaptığım ilk okumaya
daha yakınım.
BABİL’İN EN KÜÇÜK KAPISI
Kazgan-1959, s.41
Yukarıdaki
buluntuda geçen “Şiirlerine bakılırsa Babil’de doğmuştur.” ifadesi başlı başına
önem arz ediyor. Tunç Tayanç’ın yayına hazırladığı, “Adım Ece Ayhan
Çağlar…” isimli çalışmadan
öğrendiğimiz kadarıyla Ece Ayhan’ın ilk dönem şiirlerinde “Babil imgesi” önemli
bir yer tutmakta. Ece Ayhan’ın ilk dönem şiirlerinden haberdar olan arkadaşları
da belki sataşarak belki de hoş bir jest yaparak tarihe not düşmüşler.
Şiirlerden
birkaç örnek verelim. İlk örnek “Babil’de Arkadaşlık” şiirinden:
“Sonra Kötü İlgi’m Ben yitmiye devam etmek istiyorum dedim (tükenmez bir kızlık bu kapıda sıkışmış) Bir Çarşamba günü Ve sonraki günler yitmiye devam ettik (sen Babil’de arkadaşlığın ne demek olduğunu bilir misin).”[13]
İkinci
örnek “Babilde” şiirinden:
“Babil’in en küçük kapısı açık Sokaklarda bir bakır çocuğun Güzel yüzünü bir veba maskesi gibi Bir hüzün gizliyor.”[14]
“Babil’de Babil’de bir çocuk demek Bizi kullanıp kullanıp duruyormuş Ama biz bu değiliz ki Daha ilk sayfalarda Karşımıza çıkıveriyor Başkasının gözleri Başkasının ağızları dudakları Babil’de basılmış”[16]
Peki
neden Babil? En sarih açıklama Edip Cansever’in sanırım:
“Peki neden bu kadar seviyor dille oynamayı Ece Ayhan? Ben şöyle diyeceğim: Yaşamadığı çağların, hatta yaşarken bile yaşamıyor göründüğü bir çağın, o hiç yazılmamış duygular tarihini ele geçirmek için. Bu yüzden kurulu bir şiir dili onun ilgisini çekmez hiç.”[17]
“Babil
imgesinin” kökenini Ece Ayhan şiirindeki tarihimsilikte[18]aramak da mümkün. Orhan Koçak’ın anlatımıyla:
“Eğer bazı eski metin ve söylemlere kayıtlı olan ’yabansı’ sözcüklerin şiirdeki varlığı nedensizse, şiiri ‘aydınlatacağına karartıyorsa’ ve buna rağmen şiir de ‘tarihsel tabakalarla’ bağlantısını bu sözcükler aracılığıyla kuruyorsa eğer, o zaman şiirin tarihselliği de sorunlu bir nitelik alır. Bu durumda, tarihten değil de ‘tarihimsilikten’, ‘tarihmiş gibi yapmaktan’ söz edilebilir ancak.”[19]
Ancak
bu arayışı gerçekleştirirken Ahmet Soysal’ın uyarısını da dikkate almak
gerekir:
“Ece Ayhan’ın şiiri tarihe gönderir. Bu göndermeleri açmak, çözümlemek, ilginç olabilir. Ama bu çözümleme, şiirin şiir olarak değerinin bize veremez. Ece Ayhan’ın şiiri bulmaca değildir, ve bulmaca çözücülerin oyuncağı değildir.”[20]
Buluntudaki
bir diğer önemli nokta da şu elbette: “ ‘İkinci Yeni’ adında bir şiir akımını
milletin başına bela etmiş, ortalığı karıştırmış, sonra da sessiz sessiz
gülmüştür.”
Ece
Ayhan personanasının
en belirgin iki
özelliği, “ortalığı karıştırma” ve “sessiz sessiz gülme” denebilir. Ortalığı
karıştırma onun kışkırtıcılığına bir gönderme sanırım. Ama bununla sınırlı
değerlendirmemek lazım. Ortalığı karıştırırken kendine yer açan, kendi değerini
ve özerkliğini direten bir “eylem” olarak da düşünülebilir. Kendisi de niçin
yazdığını şöyle açıklıyor:
“Kimbilir, belki de, yerimi (hakkımı) aramak uğruna çiziktiriyorum. Issız bir uçta ve kendi kendine bir şeyleri yoklamak anlayacağınız. (Efendi efendi ayakta durmaya çabalarken, bak bu bir budak da ne oluyor?”[21]
“Sessiz
sessiz gülen” tarafı da onun muzipliğine ve oyunbazlığına bir gönderme
kuşkusuz. Bu durumu en iyi anlatan yine kendisi:
“Köylü kentten köyüne dönüyor, yalnız ve ansızın karşısına bir ayı çıkıyor. Kaçış yok. Köylü çırılçıplak soyunuyor. Ayı anadandoğma adamı görünce ters geri kaçıyor. Ben de böyle yaptım, çok ayı ürkütüp kaçırttım.”[22]
Ece
Ayhan, İkinci Yeni’yi milletin başına bela etti, ortalığı karıştırdı, çok ayı
ürkütüp kaçırttı, sonra da sessiz sessiz güldü. İyi ki de öyle oldu.
TARIK ÖZCAN,9 Temmuz 2019 tarikozcan1@gmail.com
DİPNOTLAR
[1]Kazgan
hakkında kısa
bir bilgi için bkz. Bahanur Garan Gökşen-Erol Gökşen, “1923’ten 1960’a Kadar
Ankara’da Çıkan Edebiyat-Kültür ve Sanat Dergileri Üzerine Tanıtıcı Bir
Kaynakça Denemesi”, Kültürel Mirasın
İzinde Ankara, Hacettepe Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2016, s.168.
[2] Ece Ayhan, “Ayağa Kalkarak
‘İkinci Yeni’ Akımı”, Bir Şiirin Bakır
Çağı, YKY, İstanbul, 2016, s.14.
[4] Feyza Perinçek-Nursel Duruel, Cemal Süreya: Şairin Hayatı Şiire Dahil,
Can Yayınları, İstanbul, 2017, s.77 Turan Karataş, Doğu’nun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç, Kaknüs Yayınları,
İstanbul, 1998, s.55.
[9] Ece Ayhan şiirinin argoyla
kurduğu güçlü ilişki malum. Meseleye farklı açılardan yaklaşan birkaç okuma
için bkz. Enis Batur, BaşkalaşımlarI-X, Kırmızı Kedi, İstanbul, 2016, s.75;
Erdoğan Kul, Ece Ayhan’ın Şiirleri
Üzerine Bir Araştırma, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2007, s.464-471; Cihat Duman, “Bozuk Ağzın Şiiri Ya
da Şiirin Vesikalı Baldızı: Argo”, Hece,
Sayı 165, 2011, s.99.
[10] Hulki Aktunç, Büyük Argo Sözlüğü, YKY, İstanbul, 2015,
s.275
[11] Ece Ayhan, Aynalı Denemeler, YKY, İstanbul, 2012, s.10, s.74; Ece Ayhan, Başıbozuk Günceler, YKY, İstanbul, 1997,
s.250; Ece Ayhan, Şiirin Bir Altın Çağı,
YKY, İstanbul, 1993, s.16, s.26, s.77, s.275, s.279.
[12] Jacques Prevert, “Sıkıntılı
Bahis”, çev. Oktay Rifat, Yaprak,
Sayı 14, 1949, s.1.
[15] Aynı şiir küçük farklılıklarla Bütün Yort Savul’lar! kitabında da yer
almaktadır. Bkz. Ece Ayhan, Bütün Yort
Savul’lar!, YKY, İstanbul, 1994, s.237.
[17] Edip Cansever, “Ecegilleri
Okumak”, Şiiri Şiirle Ölçmek, haz.
Devrim Dirlikyapan, YKY, İstanbul, 2012, s.152-153.
[18] Farklı kavramsallaştırmalar
kullanılabilir elbette. Necmiye Alpay, benzer bir gerekçeyle uzayzamanı kavramını, Ali Özgür Özkarcı
ise tarih toplayıcısı kavramını
kullanıyor. Bkz. Necmiye Alpay, Yaklaşma Çabası, Edebi Şeyler, İstanbul,
2018, s.98; Ali Özgür Özkarcı, Ece Ayhan
(Şiir, Tarih, İdeooji), Edebi Şeyler, İstanbul, 2018, s.44.
[19] Orhan Koçak, Kopuk Zincir, Metis, İstanbul, 2016, s.165.
[20] Ahmet Soysal, A’dan Z’ye Ece Ayhan, YKY, İstanbul,
2003, s.45.
Duman Cihat, “Bozuk Ağzın Şiiri Ya da Şiirin Vesikalı Baldızı: Argo”, Hece, Sayı 165, 2011
Garan Gökşen Bahanur – Gökşen Erol, “1923’ten 1960’a Kadar Ankara’da Çıkan Edebiyat-Kültür ve Sanat Dergileri Üzerine Tanıtıcı Bir Kaynakça Denemesi”, Kültürel Mirasın İzinde Ankara, Hacettepe Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2016
Günday Dinçer, Ergin Günçe’yi Hatırlamak, Manisa Kültür Sanat Kurumu Yayını, Manisa, 2011
Karataş Turan, Doğu’nun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 1998
Koçak Orhan, Kopuk Zincir, Metis, İstanbul, 2016
Kul Erdoğan, Ece Ayhan’ın Şiirleri Üzerine Bir Araştırma, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2007
Özkarcı Ali Özgür, Ece Ayhan (Şiir, Tarih, İdeooji), Edebi Şeyler, İstanbul, 2018
Perinçek Feyza – Duruel Nursel, Cemal Süreya: Şairin Hayatı Şiire Dahil, Can Yayınları, İstanbul, 2017
Soysal Ahmet, A’dan Z’ye Ece Ayhan, YKY, İstanbul, 2003
Tayanç Tunç , “Adım Ece Ayhan Çağlar…”, YKY, İstanbul, 2014
YAYINCININ NOTLARI
-Yazının temel buluntusu olarak dikkat çeken 1959 tarihli Kazgan Dergisi‘nin pdf dosyası biçemindeki tam metnini https://evvel.org/kazgan1959.pdf adresinden inceleyebilirsiniz.
-İşbu kıymetli araştırmayı EVV3L ve takipçileriyle paylaşan Tarık Özcan‘a yerden göğe kadar teşekkür ederiz.
Yaşıyorum sürüp giden ırmakta ışıldayan
Karanlık ve duru
Gözlerin gözkapaklarının ırmağında
Havasız ormanda durgun çayırda
Uzakta yitik bir gökyüzüyle birleşmiş denize doğru
Yaşıyorum çölünde donmuş kalmış bir kalabalığın
Tek insanın çokluğunda
Yeniden bulduğum kardeşlerimde
Yaşıyorum bir arada kıtlıkta bollukta
Gündüzün düzensizliğinde düzeninde karanlığın
(…)
Paul Eluard “Ağızda Bir Sevi”, Çev: Sabahattin Kudret Aksal
De Yayınları, 1964, 1.Baskı, s.51
“Poetry is what is lost in translation.” Robert Frost
*
Milliyet Sanat Dergisi, 15 Nisan 1986 tarihli 142. sayısında “Türkiye’de Çeviri Edebiyatı” başlıklı bir derlemeye yer vermiş. Derlemede Teoman Aktürel, Sevgi Sanlı, Fatma Akerson, Nilüfer Kuruyazıcı, Turgay Kurultay, Sabahattin Eyüboğlu gibi isimlerin çeviri üzerine düşünce ve deneyimleri bulunuyor. Ayrıca, Shakespeare ve Mallarme’nin metinlerinden karşılaştırmalı çeviriler ile “çeviri yanlışları” üzerine üç soruluk kısa bir soruşturma, Milliyet Sanat’ın dosyasını zenginleştiriyor.
S.H. Dergisi: Sait Faik sağ olsaydı, kendi adına kurulan bu armağanı üç yıldan beri kazananlar için ne derdi?
Ece Ayhan: Sait Faik sağ olsaydı, herhalde; “Yahu teselli mükafatı mı bu?” derdi.
Mart-Nisan 1957 tarihli “Seçilmiş Hikâyeler” dergisinde yer alan “Sait Faik: Her Yıl Yeniden Ölen Adam” başlıklı dosyayı tekrardan yayımlıyoruz. Dosyanın tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/olenadamsaitfaik.pdf (18 Mb.) adresinden ulaşabilirsiniz.
Salim Şengil’in yönettiği “Seçilmiş Hikâyeler” adlı derginin Mart-Nisan 1957 tarihli 62. sayısı çok önemlidir. Önemlidir çünkü modern edebiyat tarihimizde ilk kez kayda değer şekilde -dimdik durarak, topluca ve ayağa kalkarak- bir edebiyat yarışmasının(armağanının) sonucuna ve dağıtımındaki haksızlığa karşı çıkılmıştır. Salim Şengil ve “Seçilmiş Hikâyeler” dergisi çevresinde yer alan yazarlar, 1957 yılının “Sait Faik Hikâye Armağanı”nın adil bir şekilde dağıtılmadığına işaret etmişlerdir; derginin 62. sayısı “Sait Faik: Her Yıl Yeniden Ölen Adam” adında oylumlu bir dosyaya ayrılmıştır. Salim Şengil ve arkadaşlarının iddiası; 1954-57 yılları arasında Sait Faik Hikâye Armağanı’nın Varlık Dergisi çevresindeki yazarlara haksız bir şekilde dağıtıldığı yönünde eleştirel bir bakış içeriyor. Dosyanın başında Salim Şengil’in açıklaması ve Seçilmiş Hikâyeler dergisi çevresinin “Sait Faik Hikâye Armağanı”ndan çekilişinin, ayrılışının öyküsü ile açık/sert bir mektup yer alıyor. Ardından konuya ilişkin olarak Attila İlhan‘ın “İş İştir”, Burhan Arpad‘ın “Sait Faik Adına Saygı Gerekir”, Tevfik Çavdar‘ın “Varlık Sanat Tekeli” ve Orhan Duru‘nun “Maskeli Balo” adlı ağır eleştiri yazıları yer almaktadır. Ciddi haksızlıklara karşı yayımlanan bu dosyada kısa bir soruşturma da gerçekleştirilmiş… Soruşturmaya Fikret Otyam, Ece Ayhan, Çetin Altan, Suat Taşer, Tarık Buğra, Mehmed Kemal, Sabahattin Batur, Vüs’at O. Bener, Baki Kurtuluş, Nezihe Meriç, Muzaffer Erdost, Güner Sümer, Tarık Dursun K., Orhan Duru, Tevfik Çavdar, Celâl Vardar, Sevgi Batur, Şükran Özkutlu, Can Yücel, M. S. Arısoy, Mahmut Makal ve Tektaş Ağaoğlu cevap vermiş. Soruşturma cevaplarının çoğu Sait Faik Hikâye Armağanı’nda yaşanan haksızlığı işaret ediyor…
Seçilmiş Hikâyeler dergisinin 1957’de sergilediği “karşı duruş ve haklı tepki” bize şunu göstermektedir: “Günümüzdeki hakkaniyetsiz edebiyat yarışmaları, edebiyat oligarşisi, edebiyat kâhyaları, üleştirmenler ve ödüllendirme sistematiği arasındaki habis birliktelik “yeni” bir şey değil… Yeni olan şey, söz konusu habis birlikteliğe tepkisiz kalışımız…”
Sonuçta, Evvel fanzin kapsamında (sözkonusu edebi ayaklanmadan tam 55 sene sonra, yani 2012 yılında) herkese ibret olsun diyedir, “Seçilmiş Hikâyeler” dergisinin “Sait Faik: Her Yıl Yeniden Ölen Adam” başlıklı dosyasını tekrardan yayımlıyoruz. Dosyanın tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/olenadamsaitfaik.pdf (18 Mb.) adresinden ulaşabilirsiniz.
Sahicilikle Zafer Yalçınpınar
Hamiş: 55 yıl sonra, günümüzde, hâlâ aynı yerde saydığımızı görmek beni üzüyor. Hâlâ aynı kifayetsiz muhterisler, üleştirmenler ve edebiyat kâhyaları, benzer edebiyat armağanlarını ya ele geçirmiş durumdalar ya da manüple etmekteler… “Varlık” sebepleri bu olsa gerek!