Son birkaç gündür yaşanan “Nazım Hikmet Araştırma Merkezi” meselesi hakkındaki fikirlerimi -kısa da olsa- yazmalıyım; bu konuda sessiz kalamayacağım.
Murat Gülsoy, Boğaziçi Üniversitesi çevresini, cemiyetini ve aksiyonlarını bilen, Boğaziçi’nde öğrenci olmuş, dergi çıkarmış, akademik personellik yapmış, ama bu olumlu yönlere karşın, Nâzım Hikmet’i pek bilmeyen, yakından tanımayan bir isimdir. Tıpkı “Boğaziçi” gibi “marka değeri” yüksek biridir. Araştırma merkezinin yönetiminden ayrılanlar veya uzaklaştırılanlar ise Boğaziçi kafasını/markasını/cemiyetini pek bilmeyen ama Nâzım Hikmet’i sıkı sıkıya bilen, araştıran, Nâzım Hikmet’i içselleştirmiş kişilerdir. Bu tip yönetimsel uyumsuzluklarda merkezin kuruluş esaslarına, stratejik planlarına ve maksadına bakılır. Kuruluş aşamasında “içerik” her zaman daha önemlidir ve önceliklidir. “İçeriğin gücü” fark yaratıcıdır ve “büyük adımlar, sıçramalar” sağlar. Araştırma Merkezi’nden ayrılanların -yani içeriksel açıdan itiraz edenlerin- davranışını haklı buluyorum. Bence araştırma merkezinden ayrılanlar bir tür “markalaşma” kafasına karşılar. Onlar için “Nâzım Hikmet”, Boğaziçi’nden daha önemli…
Sahicilikle
Zy