Mar
13
2014
1

(Dr.) Fikret Ürgüp’ten Sait Faik’e Reçeteler (1952)

Untitled-1

Sıkı hikâyeci ve iç hastalıkları uzmanı Dr. Fikret Ürgüp‘ün 1952 yılında
Sait Faik’e yazdığıreçetelerden bazıları…
(Sait Faik Müzesi Arşivi’nden…)

*

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Sait Faik” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/sait-faik adresinden ulaşabilirsiniz.

Written by in: Buluntular (Efemeralar) | Etiketler: ,
Mar
13
2014
0

Kendini Anlatan: “Adanın Kış Geceleri”

 

*

“Adanın Kış Geceleri”
Heybeli Ada, 2014

Fotoğraflar: Z. Yalçınpınar

*

 

 

 

 

ayrıca bkz: kendini anlatan

*

Mar
11
2014
0

Berkin’im… Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek.

berk

Bkz: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/49423/Berkin_imizi_kaybettik….html

“Gezi Parkı direnişi sırasında ekmek almaya giderken, polisin attığı gaz bombasıyla başından vurulan Berkin Elvan, 269 gün süren yaşam savaşını kaybetti.

Berkin’in ailesi Twitter’dan, “Halkımıza: Saat 07.00 Berkin Elvan’ı evladımızı kaybettik. Başımız sağolsun” ifadeleriyle acı haberi duyurdu.”

Cumhuriyet Gazetesi, 11 Mart 2014

Mar
08
2014
0

“Bence ölümün alternatifi hayat değil, hakikat.” (Michel Foucault)

Michel Foucault: (…)Batı şüphesiz Mallermé’yle birlikte yazının kutsal bir boyutu bulunduğunu, başlı başına bir etkinlik olduğunu, geçişsiz olduğunu öğrendi. Yazı kendi kendisinden yola çıkılarak kurulur; bir şey söylemek için, göstermek için, öğretmek için değil, sırf orada olsun diye. Bu yazı, şu an için bir bakıma dilin varlığının adeta anıtıdır. Kendi yaşanmış deneyimim açısından, yazının bana kendini bu şekilde sunmadığını itiraf edeceğim. Yazıya karşı neredeyse ahlaki bir güvensizliğim olmuştur hep. (s.28)

(…)

Yazma zevkini keşfedebilmem için yurtdışına çıkmam gerekti. İsveç’e gitmiştim ve iki seçenek vardı önümde: Ya İsveççe konuşacaktım ki çok az biliyordum, ya da İngilizce ki onu da konuşmakta çok zorlanıyordum. Bu dilleri iyi bilmemem haftalarca, aylarca, hatta yıllarca asıl söylemek istediğimi söylemekten alıkoydu beni. Söylemek istediklerimin ağzımdan çıkar çıkmaz gözğmğn önünde kılık değiştirdiğini, basitleştiğini, adeta küçük, komik kuklalara dönüştüğünü görüyordum. (s.29)

(…)Cerrah uyutulmuş bedende lezyonu bulur, bedeni kesip diker, ameliyat yapar; bunların hepsi suskunluk içinde, sözün mutlak yokluğu içinde olur. Sarf ettiği sözler, teşhis ve tedaviyle ilgili kısacık değinilerden ibarettir. Hekim tek kelimeyle hakikati söylemek ve reçeteyi yazmak için konuşur. Hiç şüphe yok ki  sözün bu klinik tıp pratiğinde işlevsel olarak çok değersiz olması, üzerimde uzun süre etkili olmuştur, bundan on-on iki yıl öncesine kadar söz benim için hep hava civaydı. (s.31)

(…) Söylem, şeylerle aramızda duran ve onları görmemizi engellemeyen saydam bir film değildir sadece, olanın ve düşünülenin aynası değildir sırf. Söylemin kendi kıvamı, kalınlığı, yoğunluğu, işleyişi vardır. Ekonomik yasalar gibi söylemin de yasaları vardır. Anıtlar gibi var olur söylem, teknikler gibi, toplumsal ilişki sistemleri gibi var olur. (s.32)

(…) Bence ölümün alternatifi hayat değil, hakikat. Ölümün beyazlığı ve ataleti içinde bulunacak şey, kaybedilmiş hayat ürpermesi değil, hakikatin titiz konuşlanmasıdır. (…) Yazmak, esasen başta görmediğim bir şeyi sonunda bulmamı sağlayan bir işe girişmektir. Bir inceleme, kitap falan yazmaya başladığımda nereye gideceğini, nereye varacağını, neyin doğruluğunu göstereceğini bilmem gerçekten. Neyi göstereceğimi ancak yazma hareketim içinde keşfederim, yazmak adeta yazmaya başladığım anda söylemek istediğimi teşhis etmektir. (s.37-38)

Michel Foucault
Güzel Tehlike (Söyleşi, 1968), Çev: Savaş Kılıç, Metis Yay., 2013

 

Mar
08
2014
0

Şiir: “Heybeli’de Kış Mevsimi” (Z. Yalçınpınar)

heybelidekis

(…)

martılarla
yükleyip
evimizi
gemilerle
adaya
çektik

3/
Ey hatırlamasız!
“sorun neydi yahu?”

4/
tek derdimiz şöyle;
denize sarınmak istiyoruz biz
dört kez sarılmak denizle
artık kandıramazsın bizi
dragos’un gece kolyesiyle

5/
çünkü göz göze bir açıklıkta
tüm şehirlerin kapanına karşıyız
adalardaki ağaçlar gibi
birbirimize özgürce
____________bağlıyız
(…)

Zafer Yalçınpınar
7 Mart 2014, İstanbul

Hamişler:

1. Şiirin tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/s108.html adresinden ulaşabilirsiniz.

2. Yalçınpınar’ın tüm şiirleri şurada yer alır: https://zaferyalcinpinar.com/siir.html

3. Fotoğraf:  Z. Yalçınpınar

Mar
04
2014
0

Tahayyül ve İmgelemin Özgürleşmesi Üzerine…

2013 yılının Şubat ayında, Poetika 2013 Odaklanmaları kapsamında Hande Edremit ile birlikte önemli bir söyleşi gerçekleştirmiştik. Söyleşinin odağını “tahayyül ve imgelemin özgürleşmesi” olarak belirlemiştik. İşbu önemli söyleşiden konuya ilişkin bazı vital bölümleri, 2015’te tamamlamayı düşündüğüm büyük analize dair ipucu vermek açısından aşağıda paylaşıyorum:

Z.Y.: “(…)tahayyül etmeye yöneldiğimiz şeyin yol açacağı meseleler, sanıyorum, önünde sonunda, şairin şiirine olan uzaklığıyla ilişkilenecek gibi geliyor bana… Ama bir şairin poetikasındaki ya da işte poetikadaki ontolojisini nasıl tanımlarız, nasıl başlatırız? Üstelik de tahayyül gücüyle birlikte sürekli genişleyen, yenilenen bir alan derinliğini (ya da Wittgenstein’ın ifadesiyle söylersek—bir “özel dili”) düşündüğümüzde, şair nereye, ne kadar uzaklıktadır? Onun imgelemi, imgebirimlere ayrıldığında hangi imge veya dize nereye, ne kadar uzaktadır? Bu imgebirimler geçişken/geçişli midir? Bir merkez var mıdır, yok mudur? Bu sorular karmaşasına çözüm bulmak için değil de, en azından “imgelemin özgürleşmesi” kavramına “yön” bulmak için, önce, şu biricik soruya bakalım:  İmge uzayı ve şairin şiir(sel) eyleyişi, mevcut dilin “t” anındaki sınırları açısından “içrek” mi, yoksa “aşkın” mı? Habermas, Lavinas, Weber ve tabii ki Kant (Bkz: Saf Aklın Eleştirisi) gibi düşünürler, tahayyülün değişkenliğini ve klasik bilgi teorisinin tersine olarak imgelemin “özel bir aşkınlık” gösteren varlığını (ontolojisini) araştırmışlardır. Etika ile poetika farkının -belki de birinin diğerine tercihinin- sorgulanarak, didiklenerek geçtiği koca bir yüzyıl bile vardır düşünce tarihinde… Bu doğrultuda düşündüğümüzde “görme”nin “içrek” bir bilgi teorisine sabitlendiğini, “bakış”ın ise “aşkın” bir imgelem pratiğiyle devindiğini söyleyebiliriz. “Bakışımıza sahip çıkmalıyız” ifadesini, bunlardan biraz daha farklı olarak, ama gene de doğru noktaya işaret ederek, anti-emperyalist bir eksende söylemiştim. Çünkü poetika kendini sınırsız kılarken, kapitalist ve endüstriyel unsurlar da P. Bourdieu’nun bahsettiği simgesel metalar ekonomisi gibi araçları kullanarak hareket alanını sınırsız kılmaya çalışıyor. Basitçe sorarsak, endüstriyel düşüncenin dağıttığı ya da somutlaştırdığı simgeler veya simgesel metalar ekonomisi (en basitinden bilgi teknolojisinde Facebook, endüstriyel logolar, kurumsal kimlik ve dükkânlar, sinema endüstrisinin hikâyeleri, müzeleşmiş, vitrinleşmiş tarih, galerilerle biçimsizleşmiş plastik sanatlar, yaratıcılığı körelmiş ve ezber dolu bir aktivizm vb) bizim tahayyül gücümüzün özgürlüğünü, aşkınlığını kısıtlıyor ya da olumsuz etkiliyor mu sence?

(…)

Z.Y.: Simge -felsefedeki “logos” bağlamında düşündüğümüzde- aşkın bir özüt-biçim ya da sağaltım-biçim olmalıydı. Husserlci düşünceye yakın bir bilinç fazı olmalıydı. Ama bugün geldiğimiz noktada -bırak öncüllüğünü, simgenin bizatihi kendisi bile- çelişkilerle dondurulmuş şekilde içkin ve kaotik! Nasıl desem, “sınırlı kaos” gibi bir şey bu… İnsanın, ama sahici insanın, kendine ve kendine dair olan her şeye -kendini tahayyül etmeye de- mesafesi sorununu araştırmak isteyen biri, mutlaka, Maurice Blanchot’un “Son İnsan” adlı kitabını okumalı… “Son İnsan”daki yerlem değişimlerinin, sürekli bir “insanlık” imgelemi değişimlerine -formüllerine- de “vesile” ya da ne bileyim, bir “tetik” olduğunu fark edersiniz. Bana göre o kitap, “bakıştaki” değişkenliğin ve arılığın dünyadaki en önemli kılavuzudur. Bir “kim” sonsuzluğu, insanın kendisi ile kendine uzanan sonsuz yollar arasında -ve hiçbirinde- kimsenin ve hiçbir şeyin bulunmaması… Bu arı kutbu “Blanchotvari hümanizm ve hakikat” diye adlandırırsak, diğer uçta da -üzülerek söylüyorum ki- “Facebookvari hakikat ve işler güçler” filan var! Şimdi, bence, karmakarışık ettiğimiz uzamsal bileşenleri bir kenara bırakalım da şu zamansallık içeren soruya cevap arayalım birlikte: Bir imgenin kuruluşu (tahayyül edilişi) zihnimizde nasıl, ne zaman oluyor? Apansız bir şey mi bu imge, yoksa öncesi ve sonrası var mı?

(…)

Z.Y.: İnsanlığın zihnini düzlemsel olarak modellemeye çalışalım: Zihnimizi yatay eksende bir “yaşam” düzlemi -jilet gibi- kesip geçsin. Yaşam düzleminin üzerinde tüm gündelik veriler, bilindik nedensellik ilişkileri olsun -ne bileyim: iş, para, aile, eğitim, hesap, siyasa, şu, bu…  Bir de dikey eksende benim “poetika” ya da “imgelem” dediğim düzlem kessin zihnimizi… Bu dikey eksende de imgeler, kolaylıkla adlandıramayacağımız şeyler olsun, -ne bileyim; ara duygulanımlar(örneğin, sevgi ve öfke arasında bir duygu), nedensizlikler, ikinci yeni şiiri, atonal müzik, gayri resmi dünya tarihi, toplumsuzluk, rüyalar, dinler, mitolojiler… Bu iki düzlemin (poetika ve yaşam) kesiştiği yeri (ki bu yer bir çizgi olacaktır), şimdilik, “dil” olarak kabul edelim. Bu modelde, o dar dil çizgisi üzerinde düşünerek, düzlemler arasında çevirmeye çalıştığımız, anlama kavuşturmaya yöneldiğimiz her nokta herhangi iki düzlemden birinde kayıplara, mesafelere neden olacaktır. Bu durum çevrilemezliğin ilk ve bilindik senaryosu… Oysa kimse ikinci senaryoyu düşünmüyor; ikinci senaryo daha imkânsız bir “zamansallık veya fizik” ihtiva eder: Biz söz ettiğim bu çevirileri herhangi bir “t” anında, donuk ve durağan bir şekilde yaparız. Oysa düzlemler arasındaki muhtemel kesişimler, devinim halindedir (“t1″,”t2″,”t3”,…, “tsonsuz” gibi…). Düzlemler, görüngülerin fiziğine göre değişir ve sürekli hareket ederler. Bu ikinci senaryoda dil dediğimiz şey “sonsuzca” değişen ve eğrisel bir alan derinliği oluşturur, yani üçüncü ve yeni bir düzlem oluşturur. Bu devinimin riyaziyesi de fiziği de kimyası da henüz hesaplanamadı. Çünkü riyaziye de, fizik de, kimya da birer dildir! Şiir, bence nedir biliyor musun, hani ilk senaryoda düzlemlerin çevriminde yaşanan anlam kayıpları, anlam kaymaları vardı ya, o anlam kaymalarının dil çizgisine olan uzaklığından oluşan “hata”ların tümüdür. İşte buna “dördüncü” boyut diyebiliriz: Bu dördüncü boyut imkânı, bize, geleceği doğurur…”

Zafer YALÇINPINAR

Poetika 2013 Odaklanmaları’ndan…
Bkz: https://bit.ly/poetika2013
Şubat 2013

 

Mar
04
2014
0

intihar karası bir olay…

İntihar karası bir olay bu! Ey Ece! Seni hatırlıyoruz! İntihar karası devam ediyor! Eğer Ece Ayhan yaşıyor olsaydı, şu haberde yer alan intihar karası olayı mutlaka şiirlerinden birinde işlerdi: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/
46741/Bu_ilani_veren_anne_intihar_etti.html

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Mar
01
2014
0

2014: Julio Cortázar Yılı

Julio Cortázar

*

Sıkı çevirmen Bülent Kale, newalaqasaba adlı mekânı kapsamında Cortázar’dan bir şiir çevirerek hatırlatıyor: 2014, Julio Cortázar’ın doğumunun yüzüncü, ölümünün otuzuncu yılı…

(…)

Kaşından seviyorum seni, saçının telinden, seni tartışıyorum
ışık çeşmelerinin oynaştığı bembeyaz koridorlarda,
seni ele alıyorum her isimde, yaranın içinden özenle temizliyorum seni
saçlarına şimşek külleri takıyorum boyuna,
yağmurda uyuyan kurdeleler.

(…)

Julio Cortázar

 

Hamişler:

Bülent Kale’nin şiir çevirisinin tam metni için https://newalaqasaba.wordpress.com/2014/02/27/julio-cortazar-siir/adresini ziyaret edebilirsiniz.

Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Julio Cortázar” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/julio-cortazar adresinden ulaşabilirsiniz.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com