Mar
08
2011
0

Baltalanan İncire Ağıt (Oruç Aruoba)

Oruç Aruoba, İthaki Dergisi, Sayı:3-4, 2007


Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yer alan Oruç Aruoba ilgilerinin tümüne https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=oruc-aruoba adresinden ulaşabilirsiniz.

Mar
07
2011
0

Doksan…

Yanlış saymadıysam “90” olmuş:
https://zaferyalcinpinar.com/siir.html

Mar
07
2011
0

Yer6 Hafıza, kazınmaya devam ediyor.

Yer6 Hafıza projesi hakkında ayrıntılı bilgiye https://www.facebook.com/group.php?gid=131332936905489 ya da https://yer6hafiza.blogspot.com/ adreslerinden ulaşabilirsiniz. Proje kapsamında gerçekleştirilen Açık Radyo/Açık Dergi söyleşilerini de https://www.acikradyo.com.tr/i/rss/Yeralti_Hafiza.xml adresinden takip edebilirsiz.

Ayrıca bkz: https://www.birgun.net/culture_index.php?news_code=1291129118&day=30&month=11&year=2010

Mar
06
2011
0

Adsız (Zafer Yalçınpınar)

bir kelimeyim
akıldan çıkan
artık
azım
bir yalımın aydınlığı gibi
yalın dolaysız yivsiz
açık ve tektir
im
im!

Zafer Yalçınpınar
6 Mart 2011

Mar
06
2011
0

Ruhçözümü (A.de Saint-Exupery)

Ruhçözümü: Başlıca konusu, olup bitenlerin anlamının araştırılmasıdır. Bir düşün anlamı nadir? Ve bu pekâlâ da doğru gibi görünür. Bir davranışın anlamı nadir? Ya da ozanca bir imgenin? Ruhçözümü (belki de bunun pek bilincine varmış olmaksızın) bir ortak ölçü düşünü beslemektedir. (Birey –duygular ve davranışlar olarak- son derece yalındır; kompleks diye adlandırdığımız kıskançlık ve eliaçıklık karışımını dile getirmeye elverişli sıfatlara sahip olmayan dil karmaşık bir duruma sokmaktadır onu sadece). Öyle olunca, görünen simgeler ardında bu orta ölçüyü bulmaya çalışırım.(…)

A.de Saint-Exupery
“Günlük Notlar”, Çev: Ceyda Eskin, Yankı Yay., 1975

Mar
06
2011
0

Saatlerce koşmak…

Nâzım Hikmet, Bolu’daki boğucu havadan her ne kadar memnun değilse de yine kendini zaman zaman şiire veriyordu. Hatta yalnız bilinen türde şiir yazmakla yetinmiyor, yeni şiir denemelerine girişiyordu. Bunu şöyle anlatır:

“Anadolu’ya, işgal altındaki İstanbul’dan geçişimde ve bilhassa Bolu’ya gelip halkla, köylüyle yakından temasımda ve Rusya’da olup bitenleri kulaktan duyup, Marks’ın, Lenin’in isimlerini filan da işitişimde, şiirle yeni şeylerin, şimdiye dek söylenmemiş şeylerin ifade edilmesi gerektiğini sezdim. Bu işte ilk once beni yeni öze gore yeni bir şekil bulmak meselesi ilgilendirdi. Şekilde yenilikler daha kolaylıkla yapılır genel olarak. İşe kafiyeden başladım. Kafiyeleri mısraların sonunda değil de, bir sonda bir başta denedim. Misal:

Yıldızlarla ufka sarkan berrak dümdüz bir gece
Saatlerce nasıl koşmak arzusunu verirse.”

Vâlâ Nureddin, hem Bolu’daki bunaltıcı ortamı, hem Nâzım’ın şiirde alışılmışlığın dışına çıkma eğilimiyle ilgili olarak şunları yazar:

“Sağdan soldan dostlar kulağımız bükmeye başladılar: ‘Siz bu kasabada fazla kalmayıp hayırlısıyla başka bir yere gitseniz. Aleyhinize çok cereyanlar uyanıyor.’
Bu sözleri o devrin Bolu Mutasarrıfı duymuştu. Uzun boylu yakışıklı genç bir zattı. Ağustos ayındaydı. Hür düşünen insanlara bu memleketin ihtiyacı olduğunu, ancak bizim tipimizdeki insanlarla diğer çevrelerde bir denge olabileceğini bana bizzat söyledi. Bizi Bolu’da alıkoymak için bana –yirmisine birkaç ay evvel basmış ve hiç idari memuriyet verilmemiş gence- Mudurnu Kaymakamlığını teklif etti. Derhal inha edeceğini bildirdi. Fakat bizim gözümüz memuriyette, maaşta değildi. Mutlaka okumak, mânen daha teçhizatlı olmak emelindeydik. Onun için ben reddettim. Nâzım’ı da artık Bolu’da tutacak hiçbir kuvvet yoktu. Çevrenin muhasarası daralıyordu. Ve ben bunun boğuntusunu hissediyordum. Soluğumu rahat alamıyordum. Nâzım’ın da çok tedirgin hali vardı.
Şiirde alışılmışlığın dışına itmekle Nâzım’ı oyalamak istedim. Bari hızını sanattan alsın. Evde kapanıp kalalım da yıldırımları üzerimize çekmeyelim. Kabak, kafiyelerin başına patladı.
‘Nâzım, yahu! Kafiyelerin illa mısra sonlarında olması şart mı? demiş bulundum. Şunları başka tarafa çeksek çekiştirsek…’ Bu önerim sonucu, klasik dışı şu ortak ‘dizdiri’ kaleme alındı:

Yıldızlarla ufka sarkan berrak dümdüz bir gece
Saatlerce nasıl koşmak arzusunu verirse.”

Kemal Sülker
“Nâzım Hikmet’in Gerçek Hayatı”, Yalçın Yayınları, 1.Cilt, 3. Baskı, 1994, s.121-123

Mar
05
2011
0

Şiirin Tanımı

Bazı kimselerin şiir üstüne yarım yamalak bilgileri vardır, bazıları da yarım yamalak bilgileri yarım yamalak anlarlar; işte bütün bunlar, bazıları için şiirin bir çeşit tanımı olur.
Andre Breton ve Paul Eluard

Halk, bir şairi, ancak yanlış anladığı için sever. Jean Cocteau

-Şiir gerileyemez?
-Neden?
-İlerleyemez de ondan.

Victor Hügo

Mar
04
2011
0

Yeni Türk Şiiri (1953-1958) ve Yeni Şiirimiz (1960)

Hüseyin Karakan’ın “Yeniler” adlı antolojisinde yer alan bazı özgeçmişleri Evvel Fanzin ilgileri kapsamında paylaştıktan sonra, aşağı yukarı aynı dönemde yayımlanan diğer antolojileri de özgeçmiş/biyografi ekseninde incelemeye karar verdim.  Yeditepe Yayınları tarafından 1953-1958 yılları arasında yayımlanan ve yayımlandığı dönemde oldukça önemli bir çalışma olarak kabul edilen iki ciltlik “Yeni Türk Şiiri” adlı antoloji çok ilginç… 1953-1956 tarihleri arasında hazırlanan antolojinin ilk cildinde yer alan şiirler, Yeditepe Dergisi’nin okuyucularının reyleriyle belirlenmiş. 1956-1958 yılları arasında hazırlanan ikinci ciltte ise -nedense- böyle bir yöntem kullanılmamış.  Antolojideki şair biyografilerini Ünal Tekinalp kaleme almış.

“Yeni Türk Şiiri” adlı antolojide yer alan  İlhan Berk, Oktay Rifat ve Turgut Uyar biyografilerine https://zaferyalcinpinar.com/yeniturksiiri1953.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Aynı dönemde yayımlanan bir başka antoloji ise Sabahattin Batur’un hazırladığı “Yeni Şiirimiz”… 1960 yılında Varlık Yayınevi tarafından yayımlanan antolojideki N. İlhan Berk, Oktay Rifat ve Turgut Uyar’ın kısa biyografilerine https://zaferyalcinpinar.com/yenisiirimiz1960.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Zy

Hamiş: Her iki antolojide de Ece Ayhan’ın yer almamasını -gene- garipsiyorum.

Mar
03
2011
0

Yeniler (1958)

Genelde, tarih salınımının hangi döneminde yayımlanmış olursa olsun antolojilere ve içinde yer alanlara fazlaca itibar etmem, böyle şeyleri “araştırma” anlamında fazlaca önemsemem.  (Hele hele 1990 sonrası yayımlanan antolojilerle hiç ilgilenmem ve böylesi statüko cukkalama enstrümanlarını hazırlayan edebiyat kâhyalarıyla, üleştirmenlerle filan kanlı bıçaklı olduğum da herkes tarafından bilinir. Bkz:  Yıllık Geyiği) Ancak, Dr. Hüseyin Karakan’ın 1958’de yayımladığı “Yeniler” antolojisini en azından Evvel Fanzin ilgileri ve poetik duruş açısından önemsiyorum.  Örneğin, Oktay Rifat’ın, İlhan Berk’in, Turgut Uyar’ın, Rüştü Onur’un ve Salâh Birsel’in 1958 yılına kadar yayımladıkları şiirlerde  sergiledikleri poetik duruşlar üzerine bazı fikirleri bu antolojide yer alan özgeçmişlerinden edinebiliyoruz. Ayrıca, 1958 öncesi kuşağın işbu yeni şairlerden ve oluşmaya başlayan yeni şiirden beklentileri ile antolojide yer alan fotoğraflar da bana ilginç geldi. (Misal, daha önce hiçbir yerde Rüştü Onur’un bir vesikasını görmemiştim. )

Dr. Hüseyin Karakan’ın hazırladığı “Yeniler” adlı antolojide yer alan Oktay Rifat, N. İlhan Berk, Salâh Birsel, Turgut Uyar ve Rüştü Onur’a ait özgeçmişlere ve fotoğraflara https://zaferyalcinpinar.com/yeniler1958.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Hamiş: Her şey bir yana, Ece Ayhan’ın 1958’de yayımlanan  “Yeniler” antolojisinde yer almaması (belki de Ece Ayhan’a yer verilmemesi) önemli bir tartışma ve odak konusudur.

Zy

Mar
03
2011
0

“En abyme”

(…)Basit özerk otorite imgeleri farklı bir biçimde yeniden üretilir.
Basit özerkliğin anlamı, uzman bir kişinin yalnızca, gene uzman meslektaşları tarafından anlaşılması demektir. Astlarından hiçbiri onu sorgulamayı bilemez. Uzman otoritelerin emirleri zincirin halkaları boyunca ilerlerken, “onlar” -yani otoriteler- en iyi kararı vermiştir, denir. (…)
Modern kuruluşlarda otorite imgelerinin gerisinde yatan denetim genellikle maskelenmiş durumdadır. Çıplak iktidar dikkati üzerine çeker, etkileme yoluyla gerçekleştirilen denetim ise dikkati çekmez.
En abyme, yeniden ürettikleri imgeleri değiştiren yansımaları nitelemektedir.
(…)Özerkliği olan kişiler kendi kendilerini duvarla çevirmiş görünürler; önerdikleri bir şey olmadığı için aldatmaları da söz konusu değildir; ancak konu bu da değildir. Özerk kişinin nüfuzu bürokratik bir tarzda psikolojik manipülasyon biçimlerine dönüştürülebilir. Bir örnek olarak, özerk kişi, özgürlüğün ne olduğuna ilişkin yanıltıcı bir görünüm sunar. O, başkalarına bağımlı olmaktan kurtulmamıştır; yalnızca, başkalarıyla karşılıklılık temelinde ilişki kurmaktan kurtulmuştur. (…)
Bir tertip olmaksızın gerçekleşen aldatma ya da aldanmaya “yanılsama” demek daha doğrudur. Yanılsamalar, davranış ve tutum biçiminde sistemli olarak yayılır; efendiler ve uşakların ortak yanılsamaları olabilir. (…)
Otorite konusunu işleyen modern edebiyat yapıtlarının çoğu -Orwell’in 1984’ünden Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sına kadar- özgürlüğün, otoritenin büyüsünden kurtulmak olduğu inancını ortaya koymaktadır.(…)
Gözle görülür ve anlaşılır otoriteye duyulan inanç, kamu dünyasının pratik bir yansıması değildir; bu dünyaya yöneltilen, hayal gücüne dayalı bir taleptir. İktidarın hem insanların bakımını üstlenmesini hem de kendisini kısıtlamasını istemek gerçekdışıdır ya da en azından, efendilerimizin bize aşıladığı fikir budur. Bununla birlikte, otoritenin kendisi de yapısı gereği hayal gücünün bir ürünüdür. Otorite somut bir şey değildir; başkalarının gücünde, somut gibi görünen bir sağlamlık ve güvenlik arayışıdır.

Richard Sennett
“Otorite”, Çev: Kamil Durand, Ayrıntı Yay. 2. Baskı, ss.202-210

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Mar
03
2011
0

Canlı Karga: Mart 2011 Konserleri

11 Mart Cuma, İhtiyaç Molası
12 Mart Cumartesi, Cemiyette Pişiyorum
16 Mart Çarşamba, Motorr Moose
19 Mart Cumartesi, bicycle day
25 Mart Cuma, Kırıka
26 Mart Cumartesi, Büyük Ev Ablukada

info@kargabar.org
Kadife Sokak No:16, Kadıköy
0 216 449 17 25

Hamiş: Canlı Karga kapsamındaki performansların bazılarına https://www.myspace.com/canli.karga adresinden ulaşabilirsiniz.

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Mar
02
2011
1

4 Mart Cuma, 19:10’da, Açık Radyo’da…

94.9 Açık Radyo’da Açık Dergi Programı kapsamındaki Yer6 Hafıza bölümünde bu hafta, “özgür neşriyatların niteliği ve niceliği” çerçevesinde karşı karşıya olunan “endüstrileşme” tehlikesinden, “denizaltı edebiyatı”ndan ve elbette Evvel Fanzin ile 491’in öyküsünden söz etmek, söyleşmek üzere Zafer Yalçınpınar konuğumuz olacak.

Programa Kolektif’ten Zeynep Rojda Güvenç, Janset Karavin katılacak.
Program 4 Mart Cuma akşamı 19:10‘da, 94.9 Açık Radyo‘da.

Not: Açık Radyo podcast kanallarından Yer6 Hafıza’nın kaçırdığınız geçmiş yayınlarının tümünü dinleyebilirsiniz…

YER6 HAFIZA
PROJE EKİBİ

Mar
02
2011
1

BLOGGER hangi sudan sebeple KAPATILDI. (Borges Defteri)

Blogger’a erişim yasağına ilişkin olarak Borges Defteri Moderasyon Grubu’nun yayımladığı basın açıklaması aşağıdadır:

1 Mart 2011 günü karar sayısı, mahkeme adı belli olmayan o alışık olduğumuz tek satırlık kırmızı ibare Türkiye çıkışlı ve www.blogspot.com veri tabanından hizmet alan bloglar-sitelerde(defter dahil binlerce blog bu kıyımdan payını aldı) de gözükmeye başlandı. Tesadüf değil, bunun böyle olacağını, (birilerinin nezdinde illa ki böyle olması gerekirdi!) tahmin etmiştik, demiştik tüm blog edebiyat –sanat portalları kendilerini saman kağıtlara hazırlasınlar. Ve nihayet onlara göre bir yanlış daha düzeltildi: “blogspot” uzantılı tüm siteler gerçek bir kıyımdan geçirildi (son bir ay zarfında binlerce site zaten kapatılmıştı..)
Tam 6 senedir bizler “borges defteri” olarak “blogspot” veri tabanından yararlanarak yüz binlerce iyi okura ulaştık, bizim gibi yüzlerce site hep belli bir disiplin ve ciddiyet, sorumluluk içerisinde hareket ettiler, sorumluluğumuzu sokağın sesi, vicdanına, hakikat yolcusu dostlara karşı yerine getirmeye çalıştık ve gerekli yankıyı da buldu. Birçok değerli kalem Edebiyatımıza, kültür düzlemimize farklı renkler, tatlar kattılar ve net ağı üzerinde Türk şiiri ve edebiyatı ekseninde hatırı sayılır bir birikim ve arşiv zenginliğinin oluşmasına yardımcı oldular.
Ama gelin görün ki ne bütün bu çabaların ne sözün kutsaniyeti, dokunulmazlığı, tanrısallığı “birileri” için zerrece bir değer ifade etmiyor.
Net ağı üzerinde çöl çoraklığı ve esintisiz, boğucu bir hava estirilmeye başlandı. Birisi bir kıvılcımla her şeyi, herkesi yakacak yangını da beraberinde getiriyor.
TTNET’den hizmet alan milyonlarca abonman artık ödedikleri bedelin karşılığını kısıtlamalar, sansürlerle alıyorlar. TTNET idari mahkemeler ve yetkili merciler karşısında yapması gereken “savunma” mekanizmadan kendini sıyırmış bulunmaktadır. Suç işleyen site veya sayfayı kapatmak yerine topyekün kapatmaya gidiyorlar. Bu mantıkla, kararların takipçisi olunmuyor, sadece “uygulayıcı” bir rolle işin içinde kendine cılız-sefil bir pay biçiliyor, kendi oturduğu dalları birer birer kesen bir kurum ne denli sağlıklı gelişir, varın siz düşünün… Milyonlarca insanın talebi resmen hiçe sayılıyor, kendi bildiklerini okuyorlar, ama ne denli büyük bir ticari prestij kaybına uğradıklarını zerrece hesaba katmıyorlar, bir çarkın dişlisi paslı sesiyle milyonların kulağını tırmalıyor, yapılan onca reklam harcamaları bu kıyımların karşısında etkisiz kalıyor.
Net ağı üzerinde suç işleyen, insan onurunu, hak hukukunu en iğrenç biçimiyle ihlal edenler elbet ki ayıklanmalılar ama bunun yolu ve üslubu milyonlarca insanı öteki “doğrulardan” mahrum bırakarak gerçekleştirmek değil. Tutarsız, hileli zihinsel taslaklarla “hakikat” duvarları kirletilmemelidir; bu sorun artık bir sanal “itlaf” meselesinin ötesine geçmiştir.
Kimi zihniyetler dün de aynı zulmeti, karanlığı bu coğrafya halklarına reva görerek matbaa’yla neredeyse 200 yıllık gecikmeyle tanıştırıldılar onları. Oysa Batı diyarı çoktan tüm nehirleri, akarsuları geçmişti. Bizler daha aşk, marifet, fakr, yokluk sokağının başını tutarken ve kendimizi mürekkep sermestliğine vermişken, birileri aklın sarsılmaz tuğlalarını kendi kalelerine taşıyorlardı. Aradan 200 yıl geçer ve döner bir de bakarız ki o mesafe hâlâ yerli yerindedir.
Çünkü hep en kolayı denemişiz, susturmayı ilk ve en çarpıcı seçim, çare olarak görmüşüz.
Neden hâlâ birileri bizim adımıza, bizi, kendi yarattıkları sözde “kötülüklerinden” koruma gibi bir ödev çıkarıyor?
Kim ki bunlar? Genel kültür donanımları ne? Hangi alt veya üst kültürden geliyorlar?
Ödev onlar için nerdeyse “bir buyruk” oldu. Buyruğun ve ödevin genel karakteristiğidir: İnandırma yolundan gitmez, o buyurur sadece! O yetkedir, hem de uydurma yetke!
Dıştan gelme bir yetkedir, içinizi yıkamak, sözde saflaştırmak adına, çünkü onun nezdinde “erişkin” değil, tümden tüm kötülüklere her an maruz kalabilecek “çocuksunuz”, sezdirmeden aşağılar toplumu. Üzerimize koyduğu yasak bulutu tıpkı bize dışarıdan gelen etkilere benzer. Zihinsel bir şiddete maruz kaldığınızı ancak çok zaman sonra kavrarsınız…
Bu “soyut!” ve anonim baskı unsuru artık elini ayağını sokağın, edebiyatın-sanatın üzerinden çeksin.
Onların bu açık zorbalığı ve her şeyi oldu bittiye getirme telaşlarına itaat edecek değiliz.
Kasırgalar, boralar, yüzyılların ağır ağır çalışması insanlığın sığındığı ve bu sığınakta kendini hiçbir zaman mutlu bulmadığı tahakküm bulutlarını dağıtmaya, yarıp çatlatmaya her zaman gücü yetmiştir.
Sansür ve baskıcı yöntemler, üreten zihinleri kamçılamaktan başka bir işleve aracılık etmemiştir ve yeni hiç gidilmemiş yollar aramaya koyulmak en kutsani ayin olmuştur insan ırkına.
Ama keşke birileri en az, en az sempati ahlâkının kıyısından geçmeyi de yaşamları boyunca bir defa deneselerdi, emin olun bunca acınacak duruma düşmezlerdi.
Teknolojinin belirli bir düzleminden ve bu coğrafyadan işte böylesine sevimsiz bir tarihin yazılıyor olması işte tam o 200 yıllık gecikmenin paralel ve simetrik duruşudur. Başka türlü okumaya hiç gerek yok. “Kelle isteriz padişahım”! Gerisi lafı güzaftır.
Hürriyeti, özgürlüğü en çok isteyenler susturulmuş olanlardır, fakat bunlar başkalarını yenince (çok tanıdık değil mi?) o başkalarına hiçbir hürriyet vermezler. Herkes hürriyetten, haklı haksız, ancak “iyiliğin hürriyeti”ni yahut fenalıklardan en azının hürriyetini kastederler.
Böyle oluşan bir insan, insanlık şeması büyük arızadan başka bir şey değil. Arızasız zihinler rehberiniz olsun, ama bir gerçek olanca ihtişamıyla ortada:  Bu yol, yol değildir!

Çağrımıza, sesimize ses versin: Önce sokak.
Hileye kayan eller, emeller durdurulmalıdır.
Daha özgür, daha insani bir dünya, daha çok düşünce,
fikir paylaşımında bulunan seslere sonsuz hareket alanı…
İnternete uygulanan içler acısı kısıtlama ve sansür
bir an önce durdurulmalı, bitirilmelidir…

Aleme bunca maskara olmanın “alemi” yok!
İtiraz dalgasını her geçen gün
biraz daha büyütüp,
geniş kitlelere yayalım.
Körü körüne oluşturulan bu “itaat” psikolojisi kırılmalı.
Bütün basın camiamız, edebiyat-sanat portalları
lütfen sesimize ses olsunlar…
“Özgürlük” sözcüğü çöl gezginlerinin heybesindeki
işlevsiz nesneye dönüştürülmesin,

çünkü o sözcük bir gün hepimize, hepinize gerekebilir.

Saygıyla,
BORGES DEFTERİ MODERASYON GRUBU

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com