Şub
15
2010
0

Şarkıcı Güneşler (René Char)

Akıl almaz yitişler
Kestirilmez rastlantılar
Azbuçuk okkalı mutsuzluklar
Her boy felaket
Suda boğulan ve kömürleşen kıyametler
Bir cinayet gibi görülen intihar
Laf anlamaz yoz kişiler
Başlarına bir demirci önlüğü saranlar
Yüce naifler
(…)
Mapusane ortasında ebegümeci
Mapusane ortasında ısırgan
Mapusane ortasında yapışkanotu
Viranelerde sütlü incir
İflah olmaz suskun adamlar
(…)
Yabansı iş mumyalarının çevresinde ılık hava
hüküm sürüyorlar

René Char
Çeviren: Cemal Süreya

Şub
15
2010
0

Güneşin Alnında Gerçeküstücülük (René Magritte)

(…)
Hemen hemen her zaman sefil bir dünyayı aydınlatmaya yaradı diye güneşin ışığından çekinmek gerekmez. Zihinsel evrenin kendi içine çekilmişliğinde denizkızları, kapılar, hayaletler, tanrılar, ağaçlar, aklın bütün bu nesneleri yepyeni ve çekici çizgilerle canlı ışıkların yoğun hayatına kazandırılmış olacaktır.

(…)
Düzmece gizemlerin karanlığını ışıtmak ve tükenmiş bir geçmişle bağı koparmak üzere, “kara” mizahta hüzünlü ne varsa ona diyalektik bir eylemle karşı çıkıp, başlangıçta güneşi arzulamış olduğumuzu vurgulamak çok önemlidir. Bu kopuş ve aydınlatma zihinsel evren anlayışının zorunlu koşuludur.

René Magritte
(Gergedan Dergisi, Sayı: 6, 1987, Çev: Aydın Uğur)

Şub
14
2010
0

Söyleşi: “Resimlerim Dikenli Yollardan Geçer” (Ody Saban)

Ody Saban’la Selen Akçalı’nın gerçekleştirdiği ve 24 Ocak tarihli BirGün Gazetesi’nde yayımlanan, söyleşiye https://www.birgun.net/report_index.php?news_code=1264338146&year=2010&month=01&day=24 adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
14
2010
0

Geç ve Derin (Paul Celan)

Yaldızlı söylevler denli sinsi başlıyor bu gece.
Elmalarını yiyoruz dilsizlerin.
Yaptığımız,
Yıldızına bırakılmak istenen bir iş
_______________________bizim.

Ihlamurların güzünde durmaktayız, düşünen bir
__________________________bayrak kızılı gibi,
güneyden gelen konuklar gibi, yakıcı.
Ant içiyoruz Yeni İsa adına; tozu tozlarla,
kuşlarla gezgin bir pabucu,
yüreklerimizle sudaki merdiveni evlendirmeye.
Kumun kutsal andını içiyoruz dünyaya,
bilerek, isteyerek,
haykırarak düşsüz uykunun damlarından bunu dünyaya,
sallıyoruz ak düşmüş saçlarını zamanın…

Diyorlar ki: Günah işliyorsunuz!
Evet, biliyoruz bunu,
biliyoruz da ne yapsaydık yani?
Sizler, ölümün değirmenlerinde
öğütür
____beyaz ununu vaadin
koyarsınız kız kardeşlerinizin, erkek kardeşlerinizin önüne-
Biz ak düşmüş saçlarını sallarız zamanın.

Uyarırsınız: Günah işliyorsunuz!
Biliriz bunu biz de.
Gelsin günahlar üstümüze
Gelsin ne kadar varsa
_________bütün uyarıcı işaretler
Gelsin boğuntulu deniz,
dönüşün zırhlanmış rüzgâr darbesi,
geceyarısı günü,
hiç olmamış ne varsa, gelsin!

Gelsin bir de
Bir insan
çıkıp gelsin mezardan.

Paul Celan

(Çeviren: Erdoğan Kul)

Şub
13
2010
0

Umberto Boccioni Kimdir?


“Mızrakçılar”

Umberto Boccioni (1882-1916), geleceğin dinamik teknoloji çağını yücelten Marinetti’nin düşüncelerini görsel sanata uyarladı ve gelecekçiliğin önde gelen kuramcısı oldu. 1910’da başka ressamlarla birlikte çağdaş teknolojinin simgelerinden olan şiddet, güç ve hız kavramlarını yücelten “Gelecekçi Ressamların Teknik Bildirisi”ni yayımladı. Boccioni yapıtlarında endüstrileşmeyi yansıtmaya çalışırken, basmakalıp kent görünümlerinin ötesine geçerek halkın kitlesel duygu ve hareketini vurgulamıştır. “Galeride İsyan” (1910) ve “Kent Uyanıyor” (1910-11) gibi resimleri, Ünanimizm adını verdiği bu kitlesel hareket kavramını en iyi yansıttığı yapıtlarıdır. Aslında Boccioni, gelecekçiliğin iki temel ilkesini sanatında işlemiştir. Bunlardan biri coşkular ile ruhsal sürekliliğin, öbürü de zaman boyutunun tuvale aktarılmasıdır.

“Odaya Açılan Kent”

1910-15 arasında yapılan bütün gelecekçi toplantılara önderlik eden Boccioni, 1913’ten sonra yaptığı eserlerde gelecekçiliğe özgü hareket öğesini vurgulamakla birlikte kübizmin birbiri üstüne binen yüzey tekniğinden de etkilenmiştir.

“Bisikletçinin Dinamizmi”

1912’de Boccioni heykelde cam, ahşap, çimento, kumaş ve elektrik lambaları gibi çok çeşitli malzemelerin kullanılmasını savunan “Gelecekçi Heykel Bildirisi”ni hazırladı. Ayrıca heykellerin parçalarını hareket ettirebilmek için elektrik motoru kullanılmasını, çevreleriyle estetik bütünlük içinde olabilecekleri ortamların yaratılmasını ısrarla savundu. “Şişenin Mekândaki Gelişimi” ve “Mekânda Sürekliliğin Benzersiz Biçimleri” adındaki eserleri en bilindik eserleridir. Buccioni, 1. Dünya Savaşı sırasında bir kazada ölmüştür.

“Şişenin Mekândaki Gelişimi”

*

“Mekânda Sürekliliğin Benzersiz Biçimleri”

***

Şub
12
2010
0

Biter miyiz?

“Gitarın Asi Çocukları” adlı projede yer alan ve Yavuz Çetin‘e ithaf edilen  “Biter miyiz?” adlı sıkı şarkıya https://zaferyalcinpinar.com/bitermiyiz.mp3 adresinden ulaşabilirsiniz. “KAYGI” adlı sıkı grubun bu kaydında gitarlar Süleyman Bağcıoğlu’na ait… Şarkının bestesi ise, sanıyorum, Armağan Sönmez’e ait…

Şub
12
2010
0

Yokuş yukarı tüm yollar…

Kaygı, bugüne kadar seyrettiğim en sıkı gruplardan biriydi. Armağan Sönmez liderliğinde ilerleyen grubun 2003’de dağıldığını öğrendim. Geçenlerde de  Kaygı’nın “Yokuş” adlı şarkısının youtube’a eklendiğini fark ettim. Şarkıyı https://www.youtube.com/watch?v=XMwOXYMb3nY adresinden dinleyebilirsiniz.

Şub
11
2010
0

Kendi Kendinin Sürgünü (İlhan Berk)

Milliyet Sanat Dergisi’nin  12 Aralık 1977 tarihli 255. sayısında yayımlanan “Kendi Kendinin Sürgünü” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/ilhanberksurgun.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. İşbu yazıda İlhan Berk, sürgünlüğünü, kendine olan sürgünlüğünü anlatıyor…

Hamiş: “Evvel Fanzin” kapsamında yer alan, İlhan Berk konulu yazıların ve buluntuların tümüne https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
10
2010
0

Düşünemiyorsunuz demektir…

Bu günlerde aklınız karışık değilse, iyi düşünemiyorsunuz demektir.

Irene Peter

Şub
10
2010
0

“Esneklik” ya da “İktidara Boyun Eğmenin Yeni Biçimi”

(…) “Esneklik”  (flexibility) kelimesi İngilizceye on beşinci yüzyılda girdi. Kelime asıl anlamını, rüzgârda eğilen ağaç dallarının tekrar eski konumunu aldığı şeklindeki basit gözlemden alıyordu. “Esneklik” kelimesi ağacın eğilip düzelme gücünü, ağacın formunun rüzgârda sınanmasını ve eski haline dönmesini ifade eder. İdeal olarak esnek insan davranışının da aynı elastik güce sahip olması, yani değişen koşullara uyum sağlayarak, onlardan zarar görmemesi gerekir. Günümüzde toplum, daha esnek kurumlar oluşturarak, rutinin yol açtığı kötülükleri yok etmenin yollarını arıyor. Ancak esneklik uygulamaları çoğunlukla kişiyi eğen güçler üzerinde yoğunlaşır.
Modern esneklik biçimlerinde gizli olarak varolan iktidar sistemi üç öğeden oluşur: Kurumların kökten dönüşümü, üretimde esnek uzmanlaşma ve iktidarın merkezileşme olmadan yoğunlaşması.
Esnek davranış, günümüz işletme kitapları ve dergilerinde, sadece değişime istekli olmak şeklinde tanımlanıyor; oysa söz konusu olan zaman duygumuz üzerinde belirli etkiler yaratan, belirli bir değişimdir. Antropolog Edmund Leach zamansal değişimi iki farklı biçimde algıladığımızı söylüyor. İlkinde şeylerin değiştiğini biliriz, ama bunların geçmişle bir süreklilik arz ettiğini hissederiz. Diğerindeyse, olaylar yaşamımızı geri dönülmez biçimde değiştirdiğinden, bir kopuş söz konusudur.
Örneğin, Komünyon ayini gibi bir dinsel ritüeli ele alalım. Kutsal ekmeği aldığınız anda iki yüzyıl önce de gerçekleştirilmiş olan bir davranışı sürdürmüş olursunuz. Mesela beyaz ekmek yerine kepekli ekmek de kullansanız, ritüelin anlamına pek fazla zarar vermiş olmazasınız; kullandığınız yeni un çeşidi de ritüelin bir parçası haline gelir. Ancak evli kadınların rahip olup Komünyon’u idare etmelerine izin verirseniz, “rahip” kelimesinin anlamını ve dolayısıyla da Komünyon’un anlamını geri dönülmez biçimde değiştirmiş olursunuz.
(…)
Yeni iş organizasyonu konusundaki iddialardan biri, bunun merkezsizleşme (decentralization) yarattığı yani organizasyonların alt kademelerindeki insanları daha özgür kıldığı iddiasıdır. (…) Yeni enformasyon sistemleri üst düzey yöneticilere, organizasyonun kimsenin kendini gizleyemeyeceği kadar kapsayıcı bir resmini sunar; bir çalışanın sadece bir üst amiriyle karşı karşıya geldiği sözlü görüşmelerin yerine SIMS geçer.(…) Küçük çalışma gruplarına yönetim tarafından çeşitli ve aşırı görev yüklenmesi, şirket reorganizasyonlarında sık görülen bir durumdur ve Adam Smith’in iğne fabrikasında bahsettiği, işbölümünün giderek derinleşmesi ilkesine aykırıdır. Bu tür deneyleri on ya da yüz binlerce çalışan üzerinde gerçekleştirmek için müthiş bir komuta gücü gerekir. Dolayısıyla yeni düzen, makroekonomik eşitsizliğe bir de organizasyon içindeki yeni eşitsiz, keyfi güç ilişkilerini ekler.
Esnek-zaman, işçilerin gelecekte kendilerini neyin beklediğini bildiği yıllık takvimlere benzemez. (…)Örneğin, bütün esnek-zamanlı çalışma türlerinin en esneği olan, evde çalışmayı ele alalım. (…) Kimi şirket, kişinin büroyu düzenli olarak aramasını ister, kimisi ise çalışanını internet üzerinden gözetim altında tutar; denetmenler e-postaları da sık sık kontrol eder. Esnek-zaman sistemini kullanan firmaların pek azı, işçiye, Tagwerk modelinde olduğu gibi, “al sana bir iş; yap da, nasıl olursa olsun,” şeklinde yaklaşır. Bir esnek zamanlı çalışan, çalıştığı mekânı seçse bile, emek süreci üzerinde kontrole sahip değildir. Birçok araştırma, büroda olmayanlar üzerindeki gözetimin bürodakilerden daha yoğun olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla işçiler, iktidara boyun eğmenin bir biçiminden diğerine, yani yüz yüze olandan elektronik olana geçer.
(…)
Davos’takiler başarılarını esnek olmaya borçlular. (…) Geçmişini terk edebilme ve parçalanmışlığı kabullenme yeteneği: Bunlar, Davos’taki, gerçekten yeni kapitalizme ait olan insanlarda görülen iki özelliktir. Bunlar spontan davranış biçimini teşvik eden özelliklerdir; burada, dağın tepesinde olsa olsa etik açıdan nötrdür. Oysa spontan davranışlara yol açan bu karakter özellikleri, esneklik rejiminin daha aşağılarında çalışanlar tarafından uygulandığında kişinin kendisine zarar veriyor. Esnek iktidar rejimini üç öğesi (kurumların kökten dönüşümü, üretimde esnek uzmanlaşma ve iktidarın merkezileşme olmadan yoğunlaşması) oyunu kurallarına göre sürdürmeye çabalayan sıradan çalışanlarda karakter aşınmasına yol açıyor.

Richard Sennett
Karakter Aşınması, Çev: Barış Yıldırım, Ayrıntı Yay. 2005, ss. 47-65

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Şub
09
2010
0

Paris’te Bir Mezat Ya da Fikret Mualla’nın Serüveni (Abidin Dino)

Abidin Dino’nun kaleme aldığı ve Milliyet Sanat Dergisi’nin  12 Aralık 1977 tarihli 255. sayısında yayımlanan yazıya https://zaferyalcinpinar.com/dinomualla.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
09
2010
0

Orhan Kemal’den Kemal Sülker’e…

Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nin 1951’de yayımlanan “Orhan Kemal” konulu özel sayısının, Orhan Kemal tarafından Kemal Sülker’e imzalı nüshasıdır. Kitap, Zafer Yalçınpınar koleksiyonundandır.

Şub
08
2010
0

Roller Yapısı’nın Çöküşü

(…)Endüstrileşmenin Birinci Dalga’yı ve ilkel toplumları ezişi her zaman için midemi bulandırmıştır. Savaşı kitlesel boyutlara taşıması, Auschwitz’i kurması, atom bombasıyla Hiroşima ve Nagasaki’yi yerle bir etmesi, İkinci Dalga’nın bağışlanamayacak eylemleridir. Kültürel açıdan burnundan kıl aldırmayan tavrı ve dünyanın geri kalan bölgelerini soymayı kendine hak bilmesi, beni utandırıyor. Varoş mahallelerde insan enerjisinin, hayal gücünün boşa harcanışını ve psikolojik bunalımları izlerken üzülmemek imkansız. (…) Endüstri uygarlığını ayakta tutan roller yapısının parçalanması gibi baskılar bir noktada toplanınca, tüm yapılar içinde en narin olanı, yani kişiliğimiz çöküyor. İkinci Dalga uygarlığı son günlerine yaklaşırken, bu gerçek, kişilik bunalımını her yerde görülen modern bir salgın hastalık yaptı.
Günümüzde milyonlarca insan kimliğini yeniden biçimlendirmek için çırpınıyor, sinemaya ve tiyatroya gidiyor, roman okuyor ve gerçekten etkili olup olmayacağını bilmeseler bile, kişisel gelişim kitaplarını susuz yutuyorlar. (…) Bu kişilik bunalımlarının en tuhaf örnekleri, dünyanın endüstri açısından en ileri İkinci Dalga ülkesi olarak sayılabilecek Birleşik Devletler’de görülür.(…) Günümüzde içinde bulundukları durumu geride bırakmak ve yeni bir hayata başlamak için her şeyi yapabilecek durumdalar; hem de olmadıkları bir şey olmak için. İşlerini, eşlerini, sorumluluklarını ve rollerini değiştirmek istiyorlar. (…)

Alvin Toffler
Üçüncü Dalga, Çev: Selim Yeniçeri, Koridor Yay. ss. 158-160

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Şub
08
2010
0

Endüst-realite’nin Kahrediciliğiyle Yüzleşmek (Zafer Yalçınpınar)

Birbirinin benzeri olan milyonlarca ürün yaratacağım ve icat ettiğim pazara bu ürünleri satacağım derken insanlık vasıflarını kaybetmekle yüzyüze gelmiş, çoktan seçmeli testlerle gerçekliği kısıtlanmış “sözde insanlar” yapan bir standartlaşma, bir iğne fabrikasından (Bkz. Adam Smith)  yola çıkarak insanları daha verimli çalıştıracağım ve sorunları unsurlarına, zerrelerine ayırarak üretimi hızlandıracağım, çıktıyı çoğaltacağım derken üretim bantlarının başında duran “bütünü göremeyen, gözü açık körler”, mekanomanik  mühendisler veya ruhsuzlar ordusu oluşturan bir uzmanlaşma, kitlesel kalabalıkları daha düzenli ve eşgüdüm halinde hareket ettireceğim derken yanlışların topyekün tekrarına, bazen de yanlışların doğru sayılmasına (misal, üç-beş yanlışın ardı ardına tekrar edilip istatistiksel bir doğru olarak kabul edilmesine) sebep olan bir senkronizasyon, pazarı hareketlendireceğim ve uygarlığı ilerleteceğim derken trafik, karma karışık şehirler ve dolayısıyla karma karışık, çelişik kafalar yaratan bir yoğunlaşma/odaklanma, yükseleceğim, görkemli kılacağım derken “makrofilya”ya, hırsa, hastalığa ve binlerce çeşit “bilinçli, kasıtlı kaza”ya ve yüksekten düşenlerin rükuşluğuna neden olan bir azamileştirme, kalkındıracağım, işler hale getireceğim, borç vererek zenginleştireceğim derken kontrolü kaybedilmiş bir bürokrasi ve yedi-sekiz senede bir topallayan bir  para sistemi icat eden merkezileşme… İşte, ikinci dalganın yani endüstri toplumunun bugün rahatlıkla “başarısız” ve “kahredici” sayabileceğimiz tasarımsal ilkeleri bunlardır. (…)

Zafer Yalçınpınar
Karga Mecmua, Sayı: 35, Şubat 2010

Hamiş: İşbu metnin tamamına https://zaferyalcinpinar.com/k17.html adresinden ulaşabilirsiniz.

*

Resim: Naime Erdem Başaran

Şub
08
2010
0

Hapishane

(…) İkinci Dalga çağı başladığında, madde hakkındaki çok çeşitli görüşlerimiz arasında baskınlık kazanan “atomculuk” oldu.(…) “İncelenebilen her zorluğu mümkün olduğunca küçük zerrelere” bölmek şarttı. Kısacası, İkinci dalga devam ederken, felsefi atomculuk da fiziksel atomculukla başa baş gidiyordu. (…) Farklı parçaların bir araya gelerek oluşturduğu bir evren kavramı, kesinlikle vazgeçilmez bir düşünceydi. (…)
Artık insan, kabilenin, klanın veya toplumun bir parçası olarak görülmüyor, özgür, bağımsız, başkalarından ayrı bir birey olarak ele alınıyordu. (…)
İkinci Dalga uygarlığı, nedensellik gizeminin cevabını, Newton’ın evrensel yerçekimi yasasında buldu. Newton’a göre, etki, “hareket yaratmak için nesnelere uygulanan güç” idi. Newton tarzı etki-tepki için geleneksel bir örnek, birbirlerine çarparak tüm masa üzerinde hareketlenmeye neden olan bilardo topları olabilir. (…) Dünya ayrı zerrelerden –minyatür bilardo toplarından- oluşuyorsa, bütün nedenler veya etkiler, bu topların birbiriyle ilişkilerinden kaynaklanıyor demekti. Bir zerre veya atom, bir diğerine çarpıyordu. (…)
Gerekli olan tek şey, herhangi bir fenomeni açıklamak için gereken en önemli değişkeni bulmaktı. Doğru “bilardo topu”nu bulduğumuz ve en iyi açıdan vuruş yaptığımız takdirde her şeyi başarabilirdik.
Zaman, alan ve maddenin yeni görünüşleriyle desteklenen bu yeni nedensellik kavramı, insan ırkını antik dalaverelerin tiranlığından büyük ölçüde kurtardı. Bilim ve teknolojide inanılmaz başarıların kazanılması, kavramsallık ve uygulamada mucizeler yaratılmasını sağladı. Otoriter disiplinlere kafa tuttu ve zihni binlerce yıllık esaretten kurtardı.
Ama, endüst-realite, aynı zamanda kendi hapishanesini de yarattı; bu, miktara dökemediği hiçbir şeyi dikkate almayan, sert eleştirileri sürekli teşvik eden ve hayal gücünü cezalandıran, insanları aşırı basitleştirilmiş protoplasma birimlerine indirgeyen, herhangi bir sorun için mühendislik çözümü arayan bir endüstriyel zihin yapısıydı. Diğer bir deyişle, soyut kavramların artık hiçbir önemi yoktu; beş duyuyla algılanıp sınanıp kanıtlanmadığı sürece, her şey geçersizdi.(…)

Alvin Toffler
Üçüncü Dalga, Çev: Selim Yeniçeri, Koridor Yay. ss. 139-146

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Şub
07
2010
0

Gözümüzden Kaçtı Sanılmasın-III

Gözümüzden kaçtı sanılmasın diyedir;

Hz. Müptezel (Ali Enver Ercan), Varlığ Dergisi’ndeki “Yeni İmzalar” adlı “suni yem”leme mekânından dezenformasyon icra etmeye devam ediyor.  Duyduğuma göre, son olarak, saçma sapan bir “suni bağlam” aracılığıyla Hilmi Yavuz’u ve Ece Ayhan’ı aynı cümle içinde kullanmaya, sanki birbirlerine benzer birileriymiş gibi göstermeye çalışmış… Yemezler.

Hilmi Yavuz, patetik bir belediye şairidir ve kötülük toplumu denen “cüruf”a eklemlenmiş sıradan biridir.  Ece Ayhan ise “haklılığın inadı”dır ve “sıradan, halay takımından” değildir. İkisinin bu hayatta kesiştikleri tek yer de Ece Ayhan’ın Hilmi Yavuz’a “Belediye Şairi” lakabını takmasıdır. Durum budur.

Ayrıca, köylü kurnazlığının doruklarında gezen Ali Enver Ercan, F.H. Dağlarca üzerine de kerametlerde bulunmuş… Madem öyle, Hz. Müptezel’e şu gerçek hikâyeyi hatırlatmak gerekiyor:

“Birgün Dağlarca’nın evindeki kombi ya da termosifon bozuluyor. Dağlarca, hemen bizim Ali Enver Ercan’ı arıyor ve evine çağırıyor. Kaynakçılık, termosifon ya da kombi tamiri işlerinden iyi anlayan Ali Enver Ercan, Dağlarca’nın evindeki bu tesisat bozukluğunu tamir ediyor. Dağlarca, Enver Ercan’ın bu konudaki becerisini gördüğünde şöyle diyor:

– Yahu Ali Enver Ercan, sen şair değil de tesisatçı olmalıymışsın…”

Şimdi, sonuçta,  Dağlarca doğru söylemiş. Çünkü Enver Ercan’ın Varlığ Dergisi üzerinden yapıp ettikleri de bir tür tesisatçılıktır, şebekeciliktir, halaycılıktır. Yani tüm bu “Genç/Yeni İmzalar” ayakları, şairlik filan değildir, düpedüz esnaflıktır.

Şub
06
2010
0

Do majörden bir Blues doğaçlaması

(…)Neal  arka tarafta “Tanrım! Evet!” deyip durur, ellerini dua eder gibi birleştirmiş, terleyerek. “Jack, Slim zamanı biliyor, adam zamanı biliyor.” Slim Gaillard piyanonun başına geçer ve iki notaya basar, iki do; sonra iki tane daha, sonra bir tane, sonra iki daha ve birden iriyarı, güçlü kuvvetli basçı dumanlı kafasını dağıtır ve Slim’in “Do majörden bir Blues doğaçlaması” çaldığını fark eder ve işaretparmağıyla tellere asılır ve etkili, bum bum bas vuruşu başlar ve şimdi herkes sallanmaktadır ve Slim her zamanki gibi hüzünlüdür; yarım saat boyunca caz üflerler kulaklarımıza ve sonra Slim delirir, bongonun başına geçer ve başlar muazzam hızla Küba ritimleri çalmaya ve bildiği sayısız dilde, bağıra bağıra manyakça şeyler söylemeye; İspanyolca, Arapça, Peru lehçesinde, Maya dilinde. Sonunda program biter; her program iki saat sürer. Slim Gaillard gidip bir direğe dayanır ve gelip kendisiyle konuşan insanların kafalarının üzerinden hüzünlü bir şekilde uzaklara bakar. Birisi eline burbon tutuşturur. (…)

Jack Kerouac
“Yolda”yken…

Şub
05
2010
0

Formation Of The Black Arrow (Paul Klee)

Paul Klee’nin kaleme aldığı ve 1953’de yayımlanan Pedagogical Sketchbook‘tan bir figür…

Şub
05
2010
0

Korkunç bir dünyada yaşıyoruz.

3 Mart 1977

Ece Ayhan’la son çıkan iki kitabı üstüne bir konuşma yaptım. Yazko’ya gönderdim. Ben ilk kez bir insana, hele bir şaire soru soruyorum. Ece dışında bunu dünyada kimseye yapmazdım diyorum. Bunu salt onun şiirine olan sevgimden yaptım elbet. Çağdaşlarım içinde başka hiçbir şair beni o denli ilgilendirmedi. Benim için büyük bir şairdir Ece Ayhan. Bu bir gün kuşkusuz anlaşılacaktır. Nasıl bir şiir kurduğu, nasıl ‘bina’ ettiği zaman alacaktır. Alsın! Önce bunun için yaptım bu konuşmayı. Sonra da ona karşı sürdürülen, bu katı, sağır, insan dışılığa, bu suskunluğa dayanamadığım için yaptım. Korkunç bir dünyada yaşıyoruz. Ben böyle bir dünyada yaşadığımızı da, daha çok, Ece Ayhan’a bakarak anlıyorum.

İlhan Berk,
“El Yazılarına Vuruyor Güneş”, YKY,  2. Baskı, 1997, s.143

Şub
04
2010
0

Kuzgun Acar’ın Yontuları

Kuzgun Acar’ın heykellerinden bazılarının görüntülerine https://www.kuzgunacar.com/heykel.htm adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
03
2010
0

Allah’ın Kuzgun Bir Kuludur.

Allah’ın Kuzgun Bir Kuludur.

1.
babası Fenerbahçe’de Yahya Kemal’le dalga geçer
annesi sabah akşam mavi ispirto içer
ikisi bir olup Kuzgun doğurmuşlardır

2.
adamın elinden bıçak almayı iyi bilir
bar kapılarından yontulu eldir

3.
insan irkilttiği içindir çivilerini çok sever
gözleri kaynaklıdır değişik gözlükler giyer

4.
zapt edilemeyene inandı
bir kuşun hareketinin
heykelini yaptı

5.
galata kulesinde
kırk gün boyu kadar gece
duvarlara rakı kadehi fırlatmıştır.

6.
kendinden kendini geçirip
varlığından varlığını yontmuştur

7.
yere indi diye ölmüştür
merdivenlerin tepesinden
hızlı ve hareketli
ölmüştür

8.
Abdulâhet
Kuzgun
Acar’dır
ve Allah’ın kuzgun bir kuludur.

Zafer Yalçınpınar
5 Ocak 2008

***

***

Demir, çivi, tel ve ahşap gibi malzemeler kullanarak gerçekleştirdiği yapıtlarıyla tanınan heykeltıraş Kuzgun Acar geçirdiği beyin travması sonucu 3 Şubat 1976’da İstanbul’da öldü. 1928’de İstanbul’da doğan sanatçı, 1948’de İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi heykel bölümüne girdi ve Prof. Belling’in öğrencisi oldu. Daha sonra Ali Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu’nun atölyesine geçerek öğrenimini onların yanında tamamladı. Öğrencilik yıllarında Bara’nın sanat anlayışından etkilenerek soyut çalışmalara yöneldi ve ilk çalışmalarını geometrik-soyut tarzda verdi. Mezun olduktan sonra serbest çalışmaya başladı ve aynı yıl ilk kişisel sergisini düzenledi (1953). Demir, çivi, tel ve ahşaba heykellerinde hayat veren sanatçı soyut anlayışla lirizmi birleştirerek diğer meslektaşlarından farklı yapıtlar üretti. Çivilerle gerçekleştirdiği bir çalışması, 1961’de Paris Bienali’nde birincilik kazandı ve ödülle birlikte verilen bursla Fransa’ya gitti. 1962 yılında Paris Modern Sanatlar Müzesi’nde, 1966 yılında ise Rodin Müzesi’nde eserlerini sergiledi ve bu sergileri sayesinde Avrupa sanat çevrelerinde de tanındı. Tiyatro oyunları için masklar ve mimariye bağlı panolar da üreten Acar’ın, 1975’te Paris’te Mehmet Ulusoy tarafından sahnelenen  Kafkas Tebeşir Dairesi (B. Brecht)  adlı oyun için yaptığı masklar, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’ndaki “Kuşlar” rölyefi ve Ankara Emekli Sandığı Gökdeleni’nin cephesindeki tunçtan kabartması bu alanlardaki en önemli çalışmalarıdır.

Ayrıtılar için bkz;  https://www.kuzgunacar.com/yasami.htm

Ayrıca bkz;  https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=kuzgun-acar

*

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com