Kas
06
2020

“İstikrarlı Nostalji Kapitalist Gerçekçiliktir” (Koray Kırmızısakal)

Koray Kırmızısakal‘ın 17 Haziran 2020 tarihinde terrabayt‘ta kaleme aldığı
“İstikrarlı Nostalji Kapitalist Gerçekçiliktir” başlıklı eleştiri/inceleme yazısını kavramsal açıdan tutarlı -ve sağlam- bir analiz olarak değerlendirmekteyiz. Son günlerdeki “Gaye Su Akyol nereee, Yort Savul nereee” eleştirilerine/yorumlarına önemli -ve haklı- bir boyut kazandıracağını düşündüğümüz için yazıyı EVV3L kapsamına taşıdık. İyi okumalar dileriz! (Zy)



“Ümitsiz derecede nostaljik bir yabancı olmadığınız takdirde, pop kültürü dışında bir şeyi özlemeniz mümkün bile değildir.”[i]


Mark Fisher bir yerde, 21. yüzyıl pop müziğinin bir “party hauntology” olarak tanımlanabileceğini söyler.[ii] İngilizcede “haunt” kelimesi musallat olmak demektir, bilhassa hayaletler veya ruhlar için kullanılır. Bu haliyle geçmişle ve kayıpla doğrudan ilişkisi vardır. Derrida, elle tutulur kesinlik katılık hissi olan ontoloji yerine, “hauntology”yi yani musallatolojiyi önerir. Musallatoloji olsa olsa hayaletsi bir yankıdır ve hayaletvari olmanın belirsizliklerini vurgular.[iii] Macharey’in deyişiyle de musallatoloji hayaletlerin, geri dönenlerin bir bilimidir.

Fisher ise Derrida’dan bu kavramı alır ve bunu müzik alanına ve genel olarak popüler kültüre uyarlar. Mark Fisher için, musallatolojik olan, elektronik müzikten, popüler kültüre uzanan her alanda görülebilir. Ona göre bu da geleceğin yitişinin hatırlanmasıdır. Fisher’ın hauntology, yani musallatoloji kavramı, Fredric Jameson’ın geç kapitalizmin kültürel mantığı olarak postmoderniteye dair formülasyonlarından biri olan “nostalji modu” adını verdiği şeyle benzer özellikler taşır. Postmoderniteye ait olan “nostalji modu” ya da “tarzı”, geçmişi hiçbir zaman temsil etmeye yeltenmez, aksine eski bir dönemin nesnelerini, duygu yapılarını yeniden icat etmeye çalışmaktadır.[iv] Nostalji modu böylece şimdiki zamanı sömürür. Bu nedenle kültür, anakronizmlerle bezelidir. Zaman, çığrından çıkmıştır.

“Musallatoloji, bu nostalji moduna tekabül eder. Musallatolojik müziklerin geçmişle meşguliyeti kolayca “nostaljik” olarak yorumlanabilir. Ancak zamansallığın ön plana çıkması musallatolojiyi, tarihi tamamen paranteze alıp kendini yeni bir şey gibi sunan nostalji modunun tipik ürünlerinden farklılaştırır.”[v]

Ayrıca Fisher musallatolojiyi Derrida üzerinden tartışırken, musallatolojide eğreti olarak “artık olmayan” (no longer) ile “henüz olmayan” (not yet) arasında iki yönde bir ayrım yapabileceğimizi söyler. “Artık olmayan” halihazırda vardır ve etkili olarak kalır. Travmatik olarak tekrarlamaya mecburdur. “Henüz olmayan” ise hali hazırda henüz olmamıştır, ama zaten potansiyelde etkin olarak vardır. Davranışlarımızı şimdi içinde biçimlendirir. Marx ve Engels’in Komünist Manifesto‘nun en başında bizi uyardıkları “komünizm hayaleti” böyle bir hayalettir işte. Bu hayalet bir potansiyel ya da olanaklılık ve “henüz olmayan” olarak gelmekle tehdit ettiklerinin altını şimdiden oyar. Mark Fisher’ın tüm projesini “artık olmayan” ve travmatik olarak tekrar eden kültürel formlardan, “henüz olmayan”a doğru geçişimizin araştırılması olarak görebiliriz.[vi]

Mark Fisher’ın en bilinen metni olan Kapitalist Gerçekçilik’in temel argümanı: kapitalizmin yegâne alternatif olduğunu başından verili kabul ediyor oluşumuz ve yeni bir dünya hayal edemiyor oluşumuzdu. Belki bunu yakın zamanda rastlanılan bir duvar yazısı özetler: “Başka bir dünyanın sonu mümkün!” Fisher sıklıkla günümüzdeki kültüre geçmişten gelen ya da sevebileceği bir ifadeyle “musallat olan”, “dadanan” ölü formlara dikkat çekmiştir. Ona göre kültür gerimizdedir, bir tekrardadır ve döngüdür. Postmodern dönemde herhangi bir kültür ürünü bilinç yarılması yaratamayacak denli eskimiştir. Her şeye aşinayızdır ve yeni olan hiçbir şey yoktur. Başka bir dünya mümkün’den, sonun, kıyametin varyasyonlarını zevkle dile getirmeye başlamışızdır ki bu da başlı başına bir semptomdur. O halde yaşadığımız dünya sonlardan yalnızca bir tanesidir.

Can sıkıcı olan ise nostaljinin şimdiyi sömürmesine daima müsamaha göstermemizdir. Fisher, yeniden uyarlamaları olan, tekrar eden kültürel ürünlere karşı aşırı-hoşgörümüzden yakınır. Onlara karşı bağışıklık kazanmışızdır, onlar da bize bağışıklık kazanmıştır, zaten ölüdürler, yaşamadıkları için öldürülemezler. Kültürel olarak, perili bir eve hapsolduğumuzu düşünebiliriz. Periler, hayaletler, eskinin popüler kültür imgeleri olarak sürekli bize dadanırlar. Bong Jon-Ho’nun Parazit (2019) filmini hatırladığımızda keskinleşir bu ilişki. Her evin, her zenginliğin bedeli ve koşulu olarak bir ikame hayalet ordusu mevcuttur alt katlarda. Neden hayaletler hep evlere dadanır/musallat olur? Marx’ı da anıştırabiliriz hatta: “Sermaye, vampir misali, canlı emeği emerek ve ancak daha da fazla emerek hayatta kalan ölü emektir.” Fisher’ın odak noktası ise genelde kültür denen şeydir. Çünkü postmodernitede sermaye kültür ile neredeyse eşdeğer hale gelmiştir. Fisher, güncel olarak var olan kültürün, vampir misali ölülerle (özellikle 20. yüzyılın ölü formlarıyla) beslendiğini düşünür. O da tıpkı Marx gibi, gotik metaforlara sıkça başvurur. En ünlü yazılarının başlıkları bu metaforlarla dolup taşar: Neoliberalizmi bir zombi olarak adlandırır: Zombiyi Nasıl Öldürmeli? Kimlik savaşlarına sıkışmış solu “Vampirler Şatosu” olarak görür, çoktan öldüğü halde yaşayan, öldürülemeyen pop müziği “Yaşayan Ölü” olarak nitelendirir. Gotik metaforlar, tuhaf olan ve tekinsiz olan üzerine düşünceler intiharından hemen önce Aralık 2016‘da yayınlanan ve geçtiğimiz günlerde de Türkçe çevirisine kavuştuğumuz Tuhaf ve Tekinsiz[vii] adlı kitabında geliştirdiği bir konudur ayrıca.

Yitip Giden Şimdi

Fakat ben daha çok nostalji modları üzerinde durmak istiyorum. Niyetim özellikle popüler kültürde ve müzikte bize musallat olan, dadanan nostalji modlarını bir semptom olarak okumak. Görünüşe göre siyasal olarak da bize musallat olan üç nostalji hayaleti mevcut, ilki kökenlere/ecdada dönüş, diğer bir deyişle modern öncesi şanlı günler hayaleti. İkincisi moderne özgü hayalet, ya da cumhuriyetin güzel günleri fantezisi. Diğeri de bana kalırsa postmodernite içinde çeşitli adacıklar olarak beliren, ülkeden ülkeye değişiklik gösterebilecek bir nostalji hayaleti. 1990 sonrası 2002 öncesi nostaljisi, ülkenin sözüm ona güzel günlerini özleyen nam-ı diğer “old laik days.” Gerçi “old laik days” kimi zaman 1970’lere kadar uzanır hatta cumhuriyet nostaljisini de kapsayacak şekilde genişler. Bu tarzları, modları birbirinden ayrılmış keskin kompartımanlar olarak değil, birbirinin içine geçen sıvılar olarak düşünmeliyiz. Zaman zaman biri ötekine baskın çıkar. Popüler müzikte görülen bu nostalji modlarının “parti musallatolojisi” olarak belirmesinin, postmodern dönemin kendi içinde geriye dönüşlü olarak icat ettiği modernlik nostaljileri olduğunu düşünüyorum. Pekâlâ nostalji modlarımızın tarihi baskın kültürel anlatılarımızın da tarihi olabilir. Zaten “çağdaş nostalji” der Svetlana Boym, “geçmiş hakkında olmaktan çok yitip giden şimdi hakkındadır.”

Mark Fisher, “parti musallatolojisi” kavramını şarkıcı Drake’ten bahsederken kullanmıştır. Ona göre Drake şarkılarının parti havası vardır fakat aynı zamanda hüzün doludurlar çünkü parti hep geçmişte kalmış bir şeydir, mutluluk ve eğlence hep yaşanıp bitmiş (saygısızca) bir şeydir. Şahsen benzer bir çizgide Gaye Su Akyol’un şarkılarının (özellikle İstikrarlı Hayal, Hakikattir albümü) hem bir nostalji modu hem de bir “parti musallatolojisi” olduğunu düşünüyorum. Albüme ismini veren şarkının video klibini izlemek bile bunu ortaya koyuyor. Klip geçmişin ölü nesnelerinin, kültürel kodların bir pastiş şölenidir adeta. Gaye Su Akyol geçmişten gelmez, çocukluğuna dönmek de istemez, geçmişin temsili değildir yaptığı, esasında geçmişi şimdinin içinde yeniden icat eder. “Salla be hayat rock n roll’dur” diyerek partileyen hüzünlü bir nostaljiyi kabul eder.

Buna benzer pek çok örnek verilebilir, daima “partilemek” durumunda kalan ama bundan hiç hoşlanmayanların öyküsünü anlatan video klipler çok sayıda vardır. Ya da yine Türkiye’den bir örnek verirsek, İkiye On Kala grubunun yakın zamanlı “Kafamda Kentsel Dönüşümler” video klibini izlemenin yarattığı bunaltıyı düşünebiliriz. Klipte, bir arabanın içinde (liman gibi duran) sürücünün donuk ve yabancılaşmış deneyiminin karşısında (gemi olarak) gelip geçici yolcuların, yani şen şakrak eğlenen, partileyen insanların deneyimini izleriz. Bir YouTube yorumu meseleyi en iyi şekilde özetler: “öyle bir şarkı ki, dans ederken ağlayasım geliyor.” Gerçekten de “parti musallatolojisi”nin çok iyi bir ifadesidir bu.

Eleştiriden Yoksun İroni

Abi kafanda kurbağa var
Abi kafanda kurup kurup vuruyosun oğa buğa
Yaşlı bi kurbağa var bin yaşında var
Başında sis var kurbağanın altında sen var.
(Adamlar – Kapısı Kapalı)

Eğlenceli bir hüzün döngüsü içinde yaşanan parti musallatolijisinin başka bir türü daha vardır, ondan zaman zaman sapsa da.  Bu türün ayırt edici özelliği genellikle anlamsız ya da serbest çağrışım yaparcasına geyik muhabbetlerini şarkı sözü olarak kullanmasıdır. Buna “güvencesizliğin söz dizimi” adını vereceğim.

Mark Greif, hipsterlar üzerine yazarken, hipster’ların ironilerinin sarkazmdan, acıdan ve eleştiriden yoksunluğunu vurgular ve şöyle ekler: “hipsterlarda kendi üzerine düşünme de aslında hassas duygusallıklarına geri dönmek içindir.”[viii] Richard Sennett de benzer bir şekilde, kitabına da adını veren karakter aşınmasının bir veçhesi olarak şunu belirtir: “Bu otoritesiz iktidar oyunu, yeni bir karakter tipi yaratır. Artık amaçlı insan gitmiş, yerine “ironik insan” gelmiştir.” Ardından Richard Rorty’nin ironi tanımını aktarır. Rorty ironiyi, “insanın kendisini tanımladığı sıfatların sürekli değiştiğinin, ayrıca kullandığı kelimelerin, dolayısıyla benliğinin olumsal ve kırılgan olduğunun her zaman farkında olması nedeniyle kendi kendini ciddiye almaması” olarak tanımlar.[ix] Rorty adeta AdamlarBüyük Ev Ablukada gibi grupların sözdizimi mantığını tarif eder burada. Çünkü maruz kalınan kapitalist gerçekçiliğin iletişimsel kuvvetleri buna zorlar: güvencesizliğin söz dizimine. Bir bağlam, anlam ya da dert söz konusu olmaktan çıkmıştır artık. Bunun yerini goy goycu boşvermişlik ile olumsuzlamayı bir fetiş haline getirmiş uzay-zamanda salınan söz öbeklerinin uçuculuğu alır. Bu şarkılar dinlendiği gibi unutulurlar, 24 saat sonra silinecek olan birer snapchat girdisi gibi geçicidirler. İçlerinde bir başkaldırı taşıyorlarsa bile bu ancak sos işlevi görür; mizah ve eğlence, belki de (artık) hiçbir şey yapamayacağını derinden kabul etmişlerin silahı olarak vardır. Her çağın bir müziği, tonu, hatta müzikal atmosferi olduğu söylenir. Oysa postmodernitede özne kendisini konumlandıramaz. Fisher’ın sıkça vurguladığı konulardan biri, çağımızı niteleyen, onu ayırt edici kılan müzikal formların yokluğudur.

Hedonist Depresyon

Çekince dumаnı içine günlerce kаfаn milyon kere kаrışıyo
Amа yine de bedenin bu boktаn düzenin düzenine аlışıyo
Ve sonundа yok ettiğin bütün lаnet tekrаr üzerine yаpışıyo
(Vio feat. Ezhel – İz Bırak)

Şahsen hipsterların “parti musallatolojisi”ne mahkûm olduğunu düşünüyorum. Eğlenirken ağlamak isterler. Hatta akla Ezhel’in reggae kökenleri -malum eski grubunun adı Kökler Filizleniyor’dur- ile karanlık soundunun çatışması geliyor. Tıpkı hedonist depresyonu anımsatan bir çatışma bu. Sisteme başkaldırı, isyan olsa dahi ortada yine de bir atalet ve uyuşma vardır. Evet Ezhel’in hedonizmi depresiftir. Robotik anonim bir sesi, kapalı karanlık bir soundu vardır. “Ay, Güneşten daha güzel, geceler geceler” der. Gece, bir zamanlar düzen güçlerine karşıt olarak ortaya çıkan tuhaflıkların, düzendışılığın, başıbozukluğun ve hatta eleştirinin kaynağıyken kapitalist siber uzamda, sığınak olarak gece bile kalmamıştır. Gündüz Vassaf “Geceye Övgü” metninde bu gecenin eleştirel hatta gotik yanını ön plana çıkarmıştı. Fakat bu, Mark Fisher’ın “sıkıcılığın 1.0 hali” olarak adlandırabileceği bir şeydir: gece hala bir özel alan olarak savunulabilecek bir mevzidir, Pazar günleriniz hala size aittir. Hatta bir devlet kurumunda sıra beklerken bile geçirdiğiniz sıkıcı dakikalar yine size aittir. Güvencesizliğin hüküm sürdüğü geç kapitalizmde ise gece ve uyku saldırı altındadır. Siber-uzamın nüfuz edici saldırısı sıkıcılığın ilk halini bitirir. Sıkıcılığın 2.0’ıdır bu, sıkılmaya bile zamanınız yoktur. Mark Fisher bunu, “kimsenin canı sıkılmıyor, her şey sıkıcı” diye ifade etmiştir. Ezhel belki de bu yüzden “istemem yarın olsun” diye yakarır. Gecenin romantik savunusu yerine, uyuşarak sistemi askıya almak ister. “2pac’ın öldüğü yaşta, bunalım döngüsü başlar.”

Depresyon hazzın iptal edilmesiyken, çelişkili bir biçimde hedonist depresyon her şeyden haz alır, fakat anlamsızlığının farkındadır. Bu popüler şarkıların nostaljik “parti musallatolojisi” bir çeşit döngüde olduğumuzun işareti olmalıdır. Bu döngü, kapitalist gerçekçiliğin kültürel mantığıdır. İstikrarlı nostalji, kapitalist gerçekçiliktir.

Koray KIRMIZISAKAL
17 Haziran 2020


[i] Svetlana Boym, Nostaljinin Geleceği, İstanbul: Metis Yayınları, 2009

[ii] Mark Fisher, Ghosts of My Life Writings on Depression, Hauntology and Lost Futures, Winchester/Washington: Zer0 Books, 2014.
[iii] Fredric Jameson, Diyalektiğin Birleştirici Güçleri, İstanbul: İthaki Yayınları, 2015.
[iv] Fredric Jameson, Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı, İstanbul: Nirengi Kitap, 2011.
[v] Mark Fisher, k punk The Collected and Unpublished Writings of Mark Fisher (2004-2016), London: Repeater Books, 2018.
[vi] Mark Fisher, Ghosts of My Life Writings on Depression, Hauntology and Lost Futures, Winchester/Washington: Zer0 Books, 2014.
[vii] Mark Fisher, Tuhaf ve Tekinsiz, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2020.
[viii] Mark Greif, Against Everything, New York: Pantheon Books, 2016.
[ix] Richard Sennett, Karakter Aşınması, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2002.


Ayrıca okuyunuz: “Ece Ayhan’a dair… Gaye Su Akyol’a Açık Mektup” (Zafer Yalçınpınar, 30 Ekim 2020)

Yorum yapılmamış

Comments are closed.

RSS feed for comments on this post.


Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com