Kas
20
2009
0

Gördüm, gördüm ve gördüm!

(…)

İlhan Berk: (…) Sen şiiri tersinden yazıyorsun; sende bir gemideki fareler, gemiyi bırakmaz, gemi fareleri bırakır; deniz çekilmez kara bırakır denizi; kuşları tutmaz çocuklar, koyverirler, ama kendileri gelip ceplerine girer çocukların, v.b. ‘Müesses nizam’ı ters yüz etme vardır sende, bunu hep düşünmüşümdür; neden bu başın ayak, ayağın baş olması? Şaşırtmadır şiir, ilk vurucu öğe odur. Bunun için mi bu şiiri tersinden yazman?
Ece Ayhan: Evet, ‘şiiri tersinden yazıyorsun’ diyorlar bana. Terslik merslik yok! (…) 71’de, bir 12 Mart olmuştu hani (o zamanlar Üsküdar’da, Sultantepe’de oturuyordum, denize arkadan ve yukardan bakan bir ev; oraya sen de gelmiştin bir kez). Evet 71 yaz aylarında oradan, İsanbul limanında, bir lekesiz apak gemilerin fareleri bıraktığını gördüm, gördüm ve gördüm! Terslik bunun neresinde yahu? Tüyler ürpertici gerçekleri sergiliyorsam ben ne yapayım (‘aksi adam’,’hırçın adam’, ‘tepen adam’ genel geçerliliğini iliştirmekler isterler bana hep, bunu da biliyorum. Zokayı yutmayacaksın! Kül yutmayacaksın!)(…)Sonra; şiir, bir şaşırtma da değildir bence. Sonuçlar buna buraya varabilirler başka. Okur’lar ‘aykırı bir dal’la karşılaştıklarında, karşılaşınca irkmiş, irkilmiş ya da ürkmüş olabilirler..(…) Sana bu ‘Salavin’in Tezgâhtarları’ bakışları okulunun korkunçluğunu, ilkelliğini ne desem anlatamam. (…) İstanbul’da, tahta tavanında, tersten işlenmiş bir bilmece bulunan bir kahve varmış. Osmanlı İmparatorluğu kapanırken de dururmuş duruyormuş. Müşterilerin boyunları koparmış tavandaki bilmeceli o nakışa bakmaktan; çözülmek istenir çünkü bir bilmece, hele ustası güzel bezemişse… Ama kimsenin aklına bilmeceyi aynadan okumak gelmemiş, gelmez!

Ece Ayhan
Dipyazılar, YKY, 1996, s.30-32

Kas
19
2009
0

Buluntu: 1950 (N. İlhan Berk)

Yeditepe Dergisi’nin 1 Temmuz 1950’de yayımlanan 6. sayısında yer alan bir (Nesrin) İlhan Berk şiiridir… Sıkı buluntudur.

Kas
09
2009
0

İstanbul (1947)

İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın
Havada kaçan bulutların hışırtısı
Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor
Yenicami Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler
Hiç kımıldamıyorlar
Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor

İnsanlar sokak sokak çarşı çarşı ev ev
İnsanlar sırt sırta omuz omuza verip durmuşlar
Boyunları bükük
Yorgun asabi kederli kindar
Yığın yığın olmuşlar hepsi köprünün açılmasını bekliyor
Bir anda şehrin dört bucağına akacaklar
Bir anda iki ayrı kıtadaki insanlar gibi
Fatihliyle Beşiktaşlı sarmaş dolaş olacak

Sarı uzun yüzlü cesur işçiler
Dört köşe halinde veya dağınık bir şekilde durmuşlar
Hiç konuşmuyorlar
Benim onları birer birer çalıştıkları yerlere götürüp bıraktığım olmuştur
Hepsi dar kapanık yerlerde, sıkıntılı işlerde çalışırlar
Hepsi deli gibi severler yaşamayı
Bu en önde giden grup
Tophane’de Dikimevi’nde çalışır
Sekiz kızdır ancak üçü evlenmiştir
Bu saçları darmadağın asık suratlı delikanlılar
Kömür işçisidir
Bu üç kız, Beyoğlu’nda büyük bir mağazada tezgâhtar
Bunlar yol amelesidir
Bunlar vapur işçisi
Öbürleri duvarcı hamal ırgat kayıkçı
Hepsi bu gök altında sarmaş dolaş olmuş yürüyorlar

Dünyada işlerine giden insanları görmek kadar güzel bir şey yoktur
(Biliyorum artık akşama kadar onları hiç görmeyeceğim)

Durduğun yerden İstanbul köprüsü tramvayları mavnalarıyla sanki yürüyor
Bu sislerin ve bulutların arasından en sonra harekete geçen Kız Kulesi’dir
Kayıkların direkleri insanların üzerinde
Büyük bir bulut gelip durmuştur
İşte karın karına vermiş motorlardaki balıkların üstlerine yağmur yağıyor
Bir defa olsun akıllarına gelmemiştir
Gözleri pırıl pırıl balıkların
Bir İstanbul göğü altında ağlamak

Hepsi denizde geçen hayatlarını düşünüyorlar
Dokunsanız ağlayacaklardır

İstanbul açları tokları hastalarıyla aynı kıta üzerinde bulunuyor

N. İlhan Berk
İstanbul, 1947

Kas
09
2009
0

İlhan Berk’in Şiir Kitapları’nın Kapakları (1935-1978)

(N.) İlhan Berk’in 1935-1978 yılları arasında yayımlanan şiir kitaplarının kapak görüntülerine https://zaferyalcinpinar.com/1935nilhanberk1978.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.

Kas
05
2009
0

Jean Cocteau’dan İlhan Berk’e…

İlhan Berk’in 1953’te yayımlanan “Türkiye Şarkısı” adlı kitabında yer alan desendir. Desen, Jean Cocteau tarafından çizilmiştir.

*

Türkiye Şarkısı’nın Kapağı , 1953 (Kapak Resmi Fethi Karakaş’a aittir.)

Kas
05
2009
0
Kas
04
2009
0

İlhan Berk’in İmgeselliği ve Görüngüleri (Abidin Dino)

Milliyet Sanat Dergisi’nin 16 Nisan 1979 tarihli 319. sayısında, İlhan Berk’in imgeselliği, resimleri ve çizimleri üzerine Abidin Dino‘nun kaleme aldığı bir yazıya ulaştım. Yazıyı https://zaferyalcinpinar.com/ilhanberkvedino.jpg adresinden okuyabilirsiniz. (İlhan Berk’in poetikasının ve kişiliğinin görüngüsel ayrıntıları üzerine yazılan en önemli/sıkı/tutarlı yazı budur.)

***

Ayrıca bkz: İlhanberkiğne

Eki
27
2009
0

Kupür: “Çağdaş Türk Şiiri Dünyada Yalnızdır” (1989)

25 Şubat 1989 tarihli Milliyet Gazetesi’nden bir kupür…

*

Eki
27
2009
0

Kupür: “İlhan Berk jüriden ayrıldı.” (1990)

21 Aralık 1990 tarihli Milliyet Gazetesi’nden bir kupür…

*

Eki
15
2009
0

Anlamsızlığın Anlamı

Anlamsızlık, saçmalık, bireycilik, kapalılık gibi sözcüklerin bu çağın sözcükleri olduğu artık herkesçe bilinen bir gerçektir. Kafka’nın, Faulkner’in, Beckett’in mutsuzluk çanları, bu çağın dışından gelen sesler değildir.(…)
Çoğunluğu yeni şiirin dışında bırakan, çoğunluğun yeni şiirle birlikte gelişmemesidir.(…)Çoğunluğun şiir karşısındaki ilk tepkisi, şiiri hemen anlayıvermek istemesidir.Yani kolay, ilk anda anlaşılıveren şiiri sevmektedir çoğunluk.(…)
Bir şiir azınlığa seslendiği zaman, o şiirin çoğunluk için olmadığını söyleyemeyiz. Yani çoğunluğun ona kapalı olması, o şiirin mutlaka azınlık için olduğunu göstermez.(…) Breton “Şiir usun bir bozgunluğu olmalıdır” diyecektir.  Mallarme’nin şiirine, anahtarı kaybolmuş bir şiir gözüyle bakmak alışılmış bir şeydir.(…) Şiirdeki yalnızlık, bunalım, günümüzün yalnızlığı, bunalımıdır. Bugünün şiiri çoğunluğa saçma, anlamsız, karanlık geliyorsa, yaşadığımız hayattan başka bir yerden gelmiyor bu. Ayrıca bunun için de, belki de en çok bunun için, bugünün şiiri anlamsız, saçma değildir.(…) Bugünün şiiri bireyciyse, bu da bireyin yitikliğinin, ezikliğinin, yıkıklığının sonucudur.(…)
Kierkegaard kendisine , “Bir evin çatı arasında oturan, üstelik evin çökmesinin yakın olduğunu bilen bir insan” demiştir.

İlhan Berk
İnferno’dan…

Eki
10
2009
1

Buluntu: “İlhan Berk yazdığı şiirleri halkın rüyasına benzetiyor…” (1964)

Milliyet Gazetesi arşivini incelerken Ece Ayhan hakkında önemli belgelere ve efemeralara ulaşmıştım. (Bkz:https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=544) Ardından, arşivde İlhan Berk üzerine de üç gün kadar süren bir tarama ve karşılaştırma çalışması gerçekleştirdim. Böylelikle, birçok efemeranın yanısıra İlhan Berk’in mevcut kitaplarına girmemiş bir söyleşisi günışığına çıkmış oluyor. 28.1.1964 tarihli Milliyet Gazetesi’nde “Yazdığı şiirleri halkın rüyasına benzetiyor…” spotuyla yayımlanan bu söyleşi, İlhan Berk’le yapılan söyleşilerin derlendiği ve Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan “Kanatlı At”  adlı kitapta ve Kültür Bakanlığı tarafından yayımlanan “Kendi Seçtikleriyle İlhan Berk Kitabı” adlı anı-kitapta yer almıyor. İlhan Berk’le Mustafa Ekmekçi konuşmuş… “Mısırkalyoniğne” adlı kitabın ardından oluşan İlhan Berk poetikasına ilişkin birçok “karanlığı” işbu söyleşinin “aydınlatacağını” düşünüyorum. “N. (Nesrin) İlhan Berk” hikâyesinden de çok etkilendiğimi ayrıca söylemeliyim.

Sonuçta, söyleşi aşağıdadır…

Artık ayarsınız ya da aymazsınız, orasını bilemem.

Sahicilikle / Zafer Yalçınpınar

*

—–

28.1.1964, Milliyet Gazetesi, Sayfa 6

(İlhan Berk’le konuşan: Mustafa Ekmekçi)

—-
ALTI AY İÇİN FRANSA’YA GİDEN, TÜRKİYE’DEKİ ANLAMSIZ ŞİİR’İN TEK TEMSİLCİSİ İLHAN BERK, YAZDIĞI ŞİİRLERİ HALKIN RÜYASINA BENZETİYOR…

Anlamsız şiirin Türkiye’de tek temsilcisi olduğunu söyleyen “Mısır-kalyon-iğne” kitabının yazarı İlhan Berk, altı aylığına Fransa’ya gitti. Gitmeden, onunla konuşmak istedim. Berk’in kendine yapılan saldırılara, beğenisizliklere karşı bir savunması olabilirdi belki.
İlhan Berk, ilk şiirlerini anlamlı yazmış, yani mânâlı. Sonra kendini bulmaya başlayınca sıyrılmış, anlamaktan anlaşılmaktan.
İlhan Berk, ilk şiir kitabına “İstanbul” adını koymuş. N. İlhan Berk imzası ile yayımlamış. Bu (N)nin anlamı çok büyük onca. O sıralar Nesrin adında bir kızı seviyormuş, aşkı o kadar büyükmüş ki, kızın adını kendi adının başına almış. O İlhan değil artık. Nesrin İlhan’dır. Bu adla, üç dört kitap yayımlamış. “Onun adını yıllarca yaşadım” dedi İlhan Berk…
İlhan Berk, Fransız hükumetinin “yaratma bursu”yla altı ay Fransa’da kalacak. Sözü uzatmadan yazıya, onun İstanbul şiirinden bir anlamlı parça ile girmek istiyorum:

İşte kurşun kubbeler şehri İstanbuldasın
Havada kaçan bulutların hışırtısı
Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor
Yenicami Süleymaniye arkalarını kirli kirli bir göğe vermişler
Hiç kımıldamıyorlar
Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış
Bütün iştahıyle ağlıyor.

-İlhan Berk’in elinden Abidin Dino tutmuş…

-Kısaca anlatıvereyim, ilkokul öğretmeniydim o zaman. İstanbul’a geldiğimde SES dergisini gördüm. O dergiyi her keresinde okurdum. Nurullah Berk, Dino, yazarlar, çıkarırlardı bu dergiyi. O zaman bu dergiye şiir gönderdim. Benim şiirleri beğenip koyan Abidin Dino’ymuş.Sonra tanıştım onunla. Elimden tutanların arasına Yaşar Nabi’yi de katmak lâzım amma, o zaman bir taklit vardı şiirde. Halbuki, SES’te yayınlananlarda taklidin dışına çıkan, Cahit Sıtkı havasının dışında kalan şiirler vardı. Bunun için Abidin Dino dedim. Sonra Ankara’ya geldim, Gazi Eğitim Enstitüsüne girdim. Fransızca öğretmeni oldum.

-Anlamsız şiirde kaç kişi kaldınız şimdi?

-Yalnız kaldığımı sanıyorum, onun için de vatan değiştiriyorum.Zaten hep yalnız kaldım…

-Anlamsız şiire nasıl başladınız?

-Bizim yaşayışımızdır benim böyle yazmamın sebebi… Bizim yaşayışımızda bir anlamlı neden bulmuyorum ben bir defa. Mesela Çetin Altan’ın bir yazısı vardı. O yazısında, benden bahsederken, şiirimi anlamsız bulmasını doğal görmüştü. Yazısını da şöyle bitiriyordu: Böyle politikası, böyle bir düzeni olan ülkenin şiiri de böyle olur, diyordu. Ben de tıpkı onun gibi düşünüyorum. Toplumumuzla çatışma halinde değilim. En çok çağdaşım…

-Anlamsız şiire geçişin bir anısı vardır herhalde?

-Şiiri ararken, ben kendimi birdenbire burada buldum. Daha önceki okuduklarımda şiirden çok nesirle karşılaşıyordum. Nesirle karşılaşmak bana şiirin başka bir şey olduğunu gösteriyordu ki işte o zaman şiirin böyle bir ucuna gelip durdum. Buna da anlamsız dediler. Oysa halk benim yazdığım şiirin anlamsız olduğuna inanmıyor. Bu adı, daha çok zaten aydınlar veriyor. Çünkü halk şiirden, sözlerden, hikayeden öğrendiklerini aramıyor. Bir boşalma olarak kabulleniyor şiiri. Nedir ki, benim şiirim halkın değil, aydınlerın eline gidiyor. Ben, benim yazdığım şiiri halkın gördüğü düşlere benzetiyorum.

-Dilinizi de kınıyorlar mı?

-Ben şiirimde kelimelerden yararlanmam. Benim şiirim yararlandığım dili bozdum diye suçlandırıldığım kelimelerden, hatta dilden bile gelmez. Ben aslında dili değil, düşünceyi değiştiriyorum. Kelimeler beni ilgilendirmez dediğim zaman bunu demek istiyorum.

-Türk aydınlarından şikayetçi olduğunuz belli…

-Türkiye’de aydın durumu çok yavaş gelişiyor. Bunun da nedeni öyle sanıyorum ki, aydının düşünceden hareket etmesidir. Oysa batıda aydının hareketinden, davranışından bir düşünceye bir düzene bir sisteme gidiliyor. Bizde bunun tersi bir yaşama var. Kısacası biz düşünceleri yaşayarak bir gelişme yolunu seçmişiz. Son yıllarda bu değişir gibi görünüyor. Aydının ilerlemesinden belki o zaman söz edilebilir…

-Eleştiriciler konusunda da diyeceğiniz vardır elbette…

-Bizde eleştiri yazık ki, bir şiir, bir hikaye, bir roman okunarak yazılmıyor. Şiirin, hikayenin, romanın kuralları üzerinde konuşuluyor. şiir şudur, hikaye şudur, roman şudur deniliyor. Bir romanı sevdim, ya da sevmedim diye birisi çıkmıyor. Bir genellemeler yapılıyor hep.

-Fransa’dan ne getireceğinizi umuyorsunuz?

-Herhalde yine kendimi olduğum gibi getireceğim. Fransada da buradakine benzer bir yaşamın dışına çıkacağımı pek sanmıyorum. Bir oda bulup oraya yerleşeceğim. Fransa’da beni en çok Francis Ponge, Rene Char, Michaux ilgilendiriyor. Onları göreceğim. Onun dışında, başka kimse içimi çekmiyor. Yığınla Türk sanatçı arkadaşım var, en başta Abidin Dino. Öyle sanıyorum ki, birini görmeyeceğim.
*

28.1.1964, Milliyet Gazetesi, Sayfa 6

*

Ayrıca bkz: İLHANBERKİĞNE

Eki
04
2009
0

Manzara Eskir (İlhan Berk)

Bitimsiz bir varoluş biçimi diye adlandırabileceğimiz doğayı yadsımak kimin elinden gelir? Herşeyden önce vardır, sonsuza dek de varolacaktır. Varlığıysa durmadan değişen, çeşitlenen, gelişen zengin bir çizge koyar. Tekdüzeliğe, durukluğa düşmez. Evrimin ta kendisidir. Yalnız bunlar mı? İnsanın, toplumun en doğru yasalarını da o koymaz mı? Bu yüzden olacak kimsenin usundan onu yoksamak, hayırlamak geçmez. Bu böyledir ama, kimi sanatçılar onu onayıp, onunla yine de ilgisiz kalabilmiştir. İlgisizlik belki ağır kaçabilir. Onu görmeyebilmiştir. Ölüdoğayla yani nesneler dünyasıyla uğraşmışlardır, özellikle de manzarayı tanımamışlardır. Mallarme yaşamının en olgun çağında Paris’ten uzaklaşıp bir kır evine çekildiğinde, doğayı görmemezliğe geldiğini, onunla bir alışverişe girmediğini söyler. Manzarayı yoklar ve doğayı ancak kar altında görmeye dayanabilir. Dinginlikle ancak o zaman bakabilir manzaraya. Her türlü dışsal alışverişe gözünü kapayıp, yalnız kendini bulma, kendini koyma. Bir çeşit zırhlanma doğaya karşı. Benim, manzarayla ilişkim de böyledir, ilgisizimdir, ya da çok kısa sürer bu ilgim, manzarayı çabuk yoklayabilirim. Kısaca, manzarayı, bir yaratma aracı olarak görmem. Hele karşıma hiç almam. Varolduğu için değildir bu ilgisizliğim, nice varolan şeylere bir resme, bir yontuya, bir kitaba, bir şiire bağlanmamazlık edebiliyor muyum? Hayır, bunun için değil, salt ilgilendirmediği için. Gerçi bir ağaç, bir yaprak, bir ağacın, bir yaprağın büyüyüşü, dal budak salısı her gün aldığı biçimler; ya da bir suyun, incecik akan bir suyun bu dünya yüzündeki yolculuğu; bir balığın, bir böceğin yapısı, yaşamı, bir ormanın soluk alışı korkunç ilgilendirir beni. İnsanların tarihi gibi suların, ormanların, bitkilerin, hayvanların tarihini de bilmek isterim. Bir yaprağa, bir böceğe, toprağa, göklere bunun için eğilirim. Ama hep bilmek, öğrenmek istememdendir bu. Yeryüzünün bir dökümünü yapmak, kaynakçasını çıkarmak için.(…)

İLHAN BERK

Not: İşbu metin Milliyet Sanat Dergisi’nin 9 Eylül 1977 tarihli 242. sayısından alıntılanmıştır.

Ağu
29
2009
0

“Kendini Anlatan”


NERDEN BAKSAK KENDİNİ ANLATIYOR HER ŞEY. (İLHAN BERK)

Fotoğraf: Zafer Yalçınpınar-2009

Diğer Zafer Yalçınpınar fotoğraflarına https://zaferyalcinpinar.com/kendinianlatan/kendinianlatan.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Ayrıca Bkz: https://www.gumuslukakademisi.org/1/index.php?option=com_content&view=article&id=268%3Adzelerden-objektfe-fotoraf-yarimasi-sonuclandi-&catid=45%3Aedebiyatevi&Itemid=54&lang=tr

İlhan Berk “Dizelerinden Objektife” Fotoğraf Sergisi’ne https://72.29.80.235/~gumusluk/1/index.php?option=com_joomgallery&func=viewcategory&catid=15&Itemid=79&lang=tr  adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
28
2009
0

İLHANBERKİĞNE

Ben senin gözlerine dönmek istiyorum. Sonra da… Sonra diye bir şey yoktur. Tarih dışıdır, sonra.
Şeylerin yalnız adı var. Ve: ‘Ad evdir.’(Kim söyledi bunu?) Dün dağlarda dolaştım, evde yoktum. Bir uçurum bize bakmıştı, uçurumun konuştuğu usumda.

(…)

NERDEN BAKSAK KENDİNİ ANLATIYOR HER ŞEY.

Adlar onu izledi. Adlandırılınca, her şey sıkıcı oldu. Sessizlik bozuldu. Büyük sessizlik…
Unutmam her şey dünyanın bir ucundan tutuyordu. Baktım zaman adını alınca tanınmaz oldu.Adını bir türlü usunda tutamıyordu bir kuş. Sıra dağlara geldiğinde adlarını bilmiyordu hiçbiri.
Otlarla konuşmaktan geliyordum. Ölü bir yaprak, adını unutmuş bir sokak, sav dolu bir tümce, suçlu bir ırmak, bir de partal kuş yürüyorduk. Bir atlı karıncaydı yaşamak, onu yürüyorduk.

İlhan Berk
“Dün dağlarda dolaştım, evde yoktum.”, Adam Yayınları, 1993

Bkz: https://zaferyalcinpinar.com/ilhanberkigne.pdf

Şub
26
2009
1

BEYAZ DERGİSİ, YENİDEN…

 

Dağlarca’nın Ahmet Soysal’a emanet ettiği 34 yeni şiir… Fazıl Hüsnü Dağlarca sevgisi buluşturdu onları ilk defa. Bundan tam 27 yıl önce… Ve o buluşmadan Beyaz dergisi çıktı. Yayını 13 yıl sürdü Beyaz’ın… Şimdi, Dağlarca yok artık O’nun yokluğu Turgay Özen ve Ahmet Soysal’ı yeniden bir araya getirdi. Beyaz’ı Hayykitap künyesiyle yeniden yayımlıyorlar. Dağlarca’ya sevgilerinin son sözü olarak, özel bir sayıyla… “Bütün bu şiirleri bana, Dağlarca, üç dört seferde, dergilerde yayımlamam için verdi. Kısmet Beyaz’da yayımlanmalarıymış meğer” diyor kitabın sunuşunda Ahmet Soysal. Beyaz’ın özel sayısında Dağlarca’nın bu son şiirleri dağılmadan, bir toplam durumunda yayımlanıyor ve böylece “şairin şiirde vardığı son nokta ve bir bakıma şiir vasiyeti ortaya çıkmış oluyor.

Hayykitap, okurlarına, önümüzdeki aylarda Ece Ayhan ve İlhan Berk için de birer Beyaz Özel kitabı hazırlayacağını müjdeliyor…

Tanıtım yazısından…

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “DAĞLARCA” ilgilerininin tümüne https://evvel.org/ilgi/daglarca adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Eyl
04
2008
0

İLHANBERKİĞNE

İlhan Berk’in ölümünün ardından yazdığım “İLHANBERKİĞNE” başlıklı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/ilhanberkigne.pdf adresinden PDF dosyası biçeminde ulaşabilirsiniz.

 

Ağu
30
2008
0
Haz
22
2007
0

Tümceler Geliyorum

***

Bir tümce bir şeyin nasıl olduğunu söyleyebilir
ne olduğunu değil

***

Ancak bir biçimi olan vardır.

***

Kâğıt yanızlığı biliyor.
beklemeyi de…

***

Akarsuyun vakti yoktur.

***

Ölüm üstüne konuşan vardır ama
açıklık getiren yoktur.

İLHAN BERK, Tümceler Geliyorum, YKY, 2007

Ara
03
2006
0

İlhan Berk / Defter Kapakları Sergisi

Yapı Kredi Kültür Merkezi Sermet Çifter Salonu, Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden İlhan Berk’in Defter Kapakları, adlı sergisine ev sahipliği yapıyor. 24 Kasım–30 Aralık tarihleri arasında ziyaret edilebilecek sergide İlhan Berk’in şiir çalıştığı ve not tuttuğu onlarca defter ile bu defterlerin kapaklarına yaptığı soyut resimler ve kolajlar yer alıyor.

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com