Tayfun Polat diyor ki; (…) Yılın genel değerlendirmesini de yapmak isterim. Öncelikle bu yıl önceki yıllardan çok daha az yeni isim keşfettim. Aslında çok çok fazla üretim yapıldı ve yayınlandı. Ancak bu üretim hacminin yeni isimleri de barındıran büyük bir kısmı algoritma popu olarak nitelendirdiğim, birbirinin aynısı şarkılardan oluşuyor. Dolayısıyla bir süre sonra ilgimi kaybettim ve yeni çıkan isimleri merak etmeyi de, takip etmeyi de bıraktım. Listelerin büyük bir kısmı zaten takip etmekte olduğum müzisyenlerin üretimleriyle dolu. Ama tabii ki yeni ve heyecan verici isimler bu yıl da var. (…)
“(…)Her şeyden önce Yavuz Çetin’i “sıkı gitarist” yapan şeyin ondaki eşsiz “tuşe” olduğunu -tüm ağırlığıyla- ortaya koymalıyız. Tuşe; bir şarkının, bir melodinin ya da bir müzikal tipolojinin ruhunu/özünü dinleyiciye aktarabilmedeki ustalıktır. Bir tür içtenliktir. Senelerini gitar tekniğini güçlendirmekle harcamış biri, evet, her türlü şarkıyı çalabilir, gitar üzerinde her türlü akrobasiyi yapabilir, fakat çaldığı şeyin ruhunu içselleştiremeyip ömrü boyunca tuşesiz bir gitarist olarak kalabilir de… Böylesine sportmen bir gitaristin çaldığı her şey saman gibi gelir dinleyiciye. Yavuz Çetin ise bastığı her notayı içselleştirebilen nadir gitaristlerdendi. 1998 yılının kış aylarından birinde Yavuz Çetin’in “İLK” adlı albümünü “ilk” kez dinlediğimde, albümü hemen beğenmemin nedenlerinden biri de -sanırım- bu güçlü tuşeydi. Özellikle de şarkılardaki blues rifflerinin zamanlamasından, yerlemlerinden ve şarkının armonisine pürüzsüzce eklemlenebilmiş olmalarından dolayı çokça etkilenmiştim. Albümü defalarca dinledim ve albümdeki dinginliğin nasıl olup da bu kadar “enerji dolu” olduğunu, olabildiğini düşündüm, durdum. Hatta bu kimyayı -kendimce- matematiksel (modal/makamsal) olarak hesaplamaya bile çalıştım. O zamanlar cevabı bulamamıştım fakat şimdi, bugün, özellikle de gitar için düşündüğümüzde bu sorunun cevabının Blues Ruhu’yla açıklanabileceğini biliyorum.(…)”
Bülent Ortaçgil, müzikle geçen 50 yılı, “Elli buçuk” adlı yeni albümü ve verdiği konser serisi ile kutladı.
(…) Aslı Barış: Size ‘kent ozanı’ ya da ‘şarkı şairi’ deniyor. Ne düşünüyorsunuz lakaplarınız hakkında? “Hangisi Hayat” şarkısında sorunuzun birini, “Ortaçgil der ki bu ne iş?” diye soruyorsunuz. Kendinizi bir ozan olarak görüyor musunuz?
Bülent Ortaçgil: “Şarkı Şairi” tanımını seviyorum. “Ortaçgil der ki bu ne iş” dizesini halk ozanlarına gönderme olsun diye, mahlas gibi kullandım. Kendimi şair olarak değil de şiiri şarkılarda kullanan biri olarak görüyorum. Şiir şarkı sözünden çok çok daha özgür…
A.B.: Pandemi döneminde birçok sanat dalı gibi müzik de bu dönemde yara aldı. Belki de bazı sektörlere göre daha fazla… Albümün akabinde bir konser serisiyle Türkiye’nin muhtelif yerlerinde izleyiciyle buluştunuz. Nasıl değerlendirirsiniz izleyicinin ruh halini?
B.O.: Pandemiyi herkes ilk defa yaşadı. Her sektör için zordu, bizler için daha da zor. Aslında pandemi bitmedi, şimdilik öldürücülüğünü kaybetti sadece. Ne var ki bizler öyle bıktık ki yeniden ciddiye almak istemiyoruz.
A.B.: Müzikteki dijitalleşme hakkında ne düşünüyorsunuz? Bugünlerde pek çok platformda müzisyenler kolaylıkla dinleyici ile buluşabiliyor. Ama algoritmaların yönettiği dinamiklerle bir türlü buluşamayanlar var. Nasıl değerlendirirsiniz bu durumu?
B.O.: Müzik yapmak, kayıt etmek ve yayınlamak kolaylaştı ve ekonomik olarak ucuzladı, bu iyi bir şey. Ama müzisyen becerisine de sekte vurdu. Biz bile kayıt yaparken bir iki hata için başa dönmeyip, “öteki kayıttan alıverirsin” diyoruz teknisyenlere. Ayrıca her ses birbirine benzer ve sentetik oldu. Bırakın ender kullanılan enstrümanları, davulu bile makinalara çaldırıyoruz… Müzikte dijitalleşme derin konu birkaç satırlık bir iş değil. Müzisyenlerin yanı sıra teknik adamların sosyologların daha çok tartışmaları gerek. (…)
Thick as a Brick,Jethro Tull‘ın 1972 yılında yayınlanan ve yaklaşık 43 dakika uzunluğundaki tek bir parçadan oluşan konsept albümüdür. Söz konusu parça sözlerini Gerald Bostock, namıdiğer “küçük Milton” (Ian Anderson’ın kendisi) adındaki hayali bir çocuğun büyümenin zorluklarına ilişkin yazdığı şiirden almaktadır. Hem grubun hem de progresif rock türünün en önemli albümlerinden olup ABD müzik listelerinde bir numaraya kadar yükselmiştir. Albüm kapağı yerel bir gazetenin ön sayfasına benzetilmiş olup şarkının tüm sözlerini içermektedir.
Deep Purple, bundan tam 47 yıl önce, 15 Şubat 1974’te, vokalist olarak (binlerce demo kaset arasından, o ana kadar hiç stüdyoya girmemiş ve bir butikte tezgahtar olarak çalışan) David Coverdale‘i ve basçı olarak ise Glenn Hughes’u kadrosuna alarak Burn albümünü çıkarmıştı. Albüm, blues etkisini en çok taşıyan Deep Purple albümü olup, ilerki yıllarda klasikleşecek iki parça içeriyordu. Bunlar, albüme adını veren Burn adlı parça ve Mistreated’di. Albüm liste başı oldu ve o yıl Deep Purple, yılın grubu seçildi.
“Yerli müzik aleminde olan bitenden bana kalanı kendime ve meraklısına not düşmek uzundur huy oldu bende. Hemen her yıl bu dökümü çıkartırken net bir durum ortaya çıkıyor, üretim çokluğu. Ancak pandemi etkisi ile canlı sahnenin 1,5 yıl boyunca durma noktasına gelmesi bu yıl önceki yılların çok çok daha üstünde bir üretime neden oldu. Bunu özellikle elektronik müzik ve hip hop gibi evde prodüksiyonunu yapmanın görece daha kolay türlerdeki üretim fazlalığından da anlayabiliriz. Sonuç olarak gelmiş geçmiş en kalabalık, en dolu “yerli” dökümü ortaya çıktı. Hepsini okumak ya da dinlemek gibi bir mesaiye gireceğinizi sanmıyorum açıkçası. Zaten saçmalık benim bu yaptığım. Ama ben başka türlü yapamıyorum. Aşağıdaki listelerde yer alan tüm kayıtları dinledim. İşin saçmalık olan tarafı, burada olmayan, beğenmediğim, seçmediğim kayıtlar. Buradakinin 2-3 misli daha fazla kayıt var. Üretim fazlalığını bir de buradan değerlendirin isterim. Tabii bu üretim fazlalığının büyük bir kısmı karbon kopya şarkılar. Çoğu şarkı en fazla 30 saniyede kendini ele veriyor, gerisini dinlemenize gerek kalmıyor. İtiraf ediyorum, dışarda kalan kayıtların tamamını dinlemedim. Eh, bana da yazık, değil mi?
Pekala, ilk kez yıllık dökümümle karşılaşanlar için son uyarılarımı yapıp sizi listelerle başbaşa bırakayım. Bu dökümdeki (25 Aralık 2020’de yayınlanan Baki Duyarlar albümü hariç) tüm kayıtlar 2021 yılında yayınlanan albüm, EP ve teklilerden benim eleğimin üstünde kalanlardır. Kendi kafama göre seçtiğimden, bir envanter çalışması değil, öznel listelerdir. Bu listelerde yer almayan isimlerin kayıtlarına ya hiç denk gelmemiş ya da beğenmemişim demektir. Ha, bu arada benim dökümlerimde eski kayıtların akustik versiyonları, cover’lar, remix’ler, yeniden sürüme verilen eski şarkılar vs. vs. çok çok nadiren yer alır. Yeni kayıtların izini sürmeyi tercih ediyorum.” (Tayfun Polat)
Kendine kapanan odalardı, kendine kapanan Boşuna çalmayın zili, boşuna çalmayın Kapılara çıkmaz hiçbir hüzün, ele vermez kendini İçeride yalnız bir adam, içeride
İçeride çiviler baş keser, içeride Kendine kapanan odalardı, kendine kapanan Belki evde bir kadın, belki, ihtimal Zaten her kadının kalbinde unutulmuş bir adam
Daha da içeride, daha da içeride Yüzünü duvara asmış bir adam Daha da içeride, daha da içeride Yüzünü duvara, yüzünü duvara
Sıkı dostumuz Tayfun Polat, “Türkiye’de Bağımsız Müzik” adlı kapsamlı incelemesini geçtiğimiz günlerde yayımladı ve kitabın birinci bölümü için özel bir playlist (200 şarkı, 13 saat) hazırladı. “Nedir Bu Bağımsız Müzik?” adını taşıyan ilk bölümde, dünyadan örnekler ve Türkiye’ye yansımaları kapsamında analizler bulunuyor. Kitabın ilk bölümüne eşlik eden playlisti şuradan dinleyebilirsiniz.
“Kadıköy-Karga Bar taifesinden sıkı dostumuz Tayfun Polat, bağımsız müzik kapsamının ‘özgürlük alanını nasıl, ne ile kurduğunu ve bu alanın Türkiye’deki etkili konumlanışını’ anlatan önemli bir kitap kaleme aldı. Bağımsız müziğin varoluş biçimini etkili bir janr olarak değerlendiren Tayfun Polat’ın incelemesini okuyarak, sanatın tüm alanlarında yaygınlaşan “bağımsız” hareketinin farklılaştırıcı özelliklerini takip etmenizi öneriyorum. Çünkü “bağımsız hareketi” diyebileceğimiz “himayesiz, kurumsuz ve kontrolsüz otonom özgürlük alanı” sanatın her biçiminde etkililiğini arttırıyor. Bu etkililiğin kitleler üzerinde oluşturduğu beğeninin sebeplerini anlamak, sanatın gelecekteki varoluşunun nosyonlarını hem tahmin etmek, hem de biçimlendirmek gayretinde birincil öneme sahiptir… diye düşünüyorum.” (Zy)
Bahar şenliklerinden sokak konserlerine, festivallerden barlara, DJ kabinlerine, dergilere kadar müziğin var olduğu her alanda emek veren Tayfun Polat, bağımsız müzik hakkında yıllardır biriktirdiklerini anlatmaya başlıyor. Bağımsız müziğin kapsamlı bir tanımını yapıp dünyadaki serüvenini aktardıktan sonra Türkiye’ye dönüyor ve 1950’lerden başlayarak memlekette yaşananları anlatıyor.
1980’lerden 2000’lere uzanan kültürel dönüşümün, radyolardan MTV’ye, ihracat serbestisinden pop patlamasına, MySpace’ten Spotify’a farklı boyutlarıyla kendine yer bulduğu kitapta Kadıköy sokaklarında, Taksim’deki barlarda çalan genç müzisyenlerin hikâyelerinden, Amerikan üslerinin olduğu şehirlerdeki plak dükkânlarına uzanan ayrıntılar yer alıyor.
Her bölümün başında yer alan anılar, 80’leri ve 90’ları yaşayanlar için bir hatırlama, o yılları kaçıranlar içinse kıymetli bir öğrenme fırsatı sunuyor.
“Usta” gitarist Arif Deniz Toker, sağolsun-varolsun, bizi kırmadı ve Joe Satriani‘den “Always With Me Always With You” adlı efsane melodiyi coverladı. Bu soundda, bu tuşe kalitesinde, böylesi sağlam bir icrayı her yerde göremezsiniz, kaçırmayın derim! Bizden size gelsin…