Kas
30
2007
0

KİTAP: Bir Bienal, Bir Bilanço…

Kitap birbirinden bağımsız bir grup duyarlı sanatçı, aydın, yazar ve entelektüelin analitik/eleştirel teorik bildirimler biçiminde sanat ortamına sundukları yazılar, bakışlar, düşünceler toplamından oluşuyor. Kitaptaki yazılar son yıllarda sanat ortamını ahtapot gibi sarmalayan küratöryel sistem ve sanatın özgün, bağımsız ve özgür kimliğini, üretkenliğini karanlık odakların hizmetlerine teslim etmek isteyenlere karşı muhalif duruşa sahip bir hakikat yolculuğu denemesidir.

Yazarlar; Rafet Arslan, Nazan Azeri, Erkan Doğanay, Müfit İşler, Ekrem Kahraman, Cavit Mukaddes, Özcan Türkmen, Zafer Yalçınpınar, Feyyaz Yaman

Çekirdek Sanat Yayınları

Online Satış ve Ayrıntılı Bilgi İçin:

https://www.cekirdekshop.com/pinfo.asp?pid=619

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler: ,
Kas
30
2007
0

Oyalanmış Soruşturma: Genç Yazarlar ve TYS

Bundan 2 ay önce kalburüstü kültür-sanat dergilerinden birinin editörü beni
aradı; TYS hakkında genç yazarların fikirlerini topladıklarını ve bu konuda
bir soruşturma planladıklarını söyledi. Ben de memnuniyetle soruşturmaya
katılacağımı bildirdim ve hemen(2 gün içerisinde) soruşturma sorularını
cevapladım. Ancak aradan 2 ay (2 sayı) geçmesine rağmen soruşturmanın
dergide yayımlanmadığını görünce -bu sefer- derginin editörünü -ben- aradım.
Editör hanım, soruşturmaya TYS yönetimi tarafının cevap vermediğini
(soruşturmayı oyaladığını) ve benim dışımda bağlantı kurdukları tüm genç
yazarların da soruşturmaya cevap vermeyi reddettiğini söyledi. İşbu duruma, işbu üstünü örtmek/geçiştirmek durumuna çok şaşırdım. Aşağıda ilgili soruşturma soruları ve sorulara benim verdiğim cevaplar yer
almaktadır:

SORUŞTURMA:

Genç bir yazar olarak, üyesi bulunduğunuz TYS’den beklentileriniz
nelerdir? TYS’nin faaliyetlerini planlama ve gerçekleştirme süreçlerinde genç yazarlar ne kadar yer alıyor?

Her ne kadar kendimi “genç bir yazar” ve “TYS üyesi” olarak görmesem de
düşüncelerimi ifade etmekten çekinmeyeceğimi belirterek sorunuzu cevaplamaya
başlayayım. Ben, öncelikle, TYS’nin son senelerde içinde bulunduğu “kim kime
dum duma” karakterinden, yönetsel zafiyetlerinden, dikey eğilimlerden ve
“dirsek teması yoluyla yönetim” anlayışından sıyrılmasını, Afşar Timuçin
gibi  sıkı, eğitimli, güvenilir, yöntemci ve donanımlı bir başkan
yönetiminde yoluna devam etmesini beklemekteyim. Bugüne kadar gençlerin
(aslında şu “genç” kelimesi de ne demekse;  fikirlerin yaşı, rütbesi falan
yoktur…) fikirleri yeterince alınmamıştır ya da işte dikkate alınmamıştır.
Bunun nedeni de “yatay yönetim anlayışı”nın olmayışı ve statüko peşinde
koşan başkanların dikey kurnazlık dolu taktikleridir. TYS’nin yazılı/yazısız
faaliyetlerinde ve programında “taktik söylem”lere, “ruhsal baskı”lara ve
“sessizlik suikastı”na maruz kalmayacak, kalsa bile bunların üstesinden
gelebilecek, iktidar arayışı içinde olmayan, editörlerin oyuncağı haline
gelmemiş (bu son söylediğim çok önemli) gençlerin arama konferansları veya
raporları yoluyla fikirlerinin alınması gerekmektedir. Bugüne kadar böyle
şeyler yapılsaydı, işbu “Genç subaylar rahatsız!” söylemine benzer soruları
sormuyor olurdunuz ve TYS dip noktasına ulaşmak yerine çevrimin yükselişine
çoktan girmiş olurdu.
Sizce, TYS’nin daha dinamik ve etkili bir yazar örgütü olması için
neler yapılmalı?

Genelde yönetsel sorunların temelinde “birey”lerin yatmadığı görüşü
hakimdir. Ancak bu görüş “yönetim sistematiği” olan kurum ve kuruluşlar için
geçerlidir. Eğer bir kurumun başkanı ile yönetim kurulu üyeleri sadece
“statüko veya dirsek teması” peşindeyse (bu nedenle de birçok düşmanı varsa)
ve üstelik o kurumda “yönetim sistematiği” yoksa, sonuç TYS örneğinde
görüldüğü gibi bir “yıkılış” olur. Şu an TYS’de ne yönetim sistematiği var,
ne de sıkı bireylerden oluşmuş, “karakter aşınması” yaşamamış bir yönetim
kurulu… Eğer ikisinden biri olsaydı TYS bu kadar kolay çökmezdi. TYS’nin
acil olarak yönetim sistematiği birimlerini ve yaklaşımlarını belirlemesi
ardından da uygulamaya başlaması gerekir. Araştırma-Geliştirme, Performansa
Dayalı Bütçeleme, Stratejik Planlama, Süreç, Risk ve Zaman Yönetimi
kavramlarına hakim bir başkan veya ekiple birlikte bu kavramların
gerektirdiği “yatay yönetim anlayışı” doğrultusunda bir “sistematik”
kurulması TYS’yi toparlayacaktır. Bu sistematik kurulduğunda ve sonrasında
“danışma kurulları” ya da “arama konferansları” yoluyla geribildirimler
sağlandığında TYS’nin başındaki belâlardan kurtulacağına inanmaktayım.

Kas
25
2007
2

Kelimenin Yüzü – Zafer Yalçınpınar

ZAFER YALÇINPINAR – Kelimenin Yüzü

Bir iç-sözlük… 

54 Sayfa, 2007, Çekirdeksanat Yayınları (https://www.cekirdeksanat.com)

“Kelimenin Yüzü”nde, anlam ile arasındaki hesaplaşmayı sürdürüyor Yalçınpınar. Ve bakarken gördüğü imgeleri belli belirsiz dizgelerle –kırık dizgelerle- okuyucuya sunuyor. Bir şairin sözlük yazması hiç bu kadar çetin olmamıştı. Ve bir sözlük hiç bu kadar çok “bakışlı” olmamıştı. (Davut Yücel)

“Şair: Boşluğun efendisi.  Boşluk çoğaltan.”
Şiirin gücü aynı kelimeler ile herkesin zihninde ayrı ayrı resimler bırakabilmesindedir. Bu resimler şiirin yapıtaşlarıdır. Zafer Yalçınpınar, “Kelimenin Yüzü”nde 210 kelimesinin resmini yapmış ve okura içsesiyle sesleniyor. “Livar”dan tanıdığımız bu içses, bizi şiirindeki ironinin canlılığına götürüyor.
Boşluğun Efendisi iç-sözlüğündeki boşlukları kendi resimlerimizle doldurmaya çağırıyor. (Vedat Kamer)

 Online Satış: 

İDEEFİXE: https://www.ideefixe.com/kitap/tanim.asp?sid=QDIF37K3NY2YV49LZABC 

GİTTİGİDİYOR:https://www.gittigidiyor.com/main/urun.php?id=6902569   

PANDORA: https://www.pandora.com.tr/urun.asp?id=157027 

KİTAPYURDU:https://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=126724 

ÇEKİRDEKSHOP: https://www.cekirdekshop.com/catinfo.asp?cid=121

 

 

Kas
25
2007
0

“İmzacılık Oynamak” Yerine Faydalı Bir Şey Yapmak!

Birçoğunuzun da bildiği gibi bu hayatta tutkuyla –belki de patolojik bir dürtüyle- yapmaktan kendimi alamadığım şey, sahaflarla sohbet etmek, kitap peşinde koşmak, kitapların yolculuğunu ve o yolculuğun hikâyesini düşünmektir. Ece Ayhan, Turgut Uyar, İlhan Berk, Orhan Kemal, Sait Faik, A.Muhip Dıranas, Can Yücel, Haldun Taner, Oktay Rifat gibi şair ve yazarların imzalı kitaplarının çoğunu büyük (göreceli) bedeller ödeyerek sahaflardan edinmişimdir. Bazen bu uğurda toz ve pislik dolu hurdacı yığınlarının, paslı beyaz eşya eskilerinin ve kırık dökük eski mobilyaların üstünde/arasında bile kitap peşinde koştuğum olmuştur ki birçok önemli ismin imzalı ya da ilk baskı eserlerini de buralarda(hurdacıda)  bulup -kilo hesabıyla- satın almışımdır. Bunu kendimce “entelektüel serserilik” olarak adlandırıyorum. Özellikle imzalı ve ithaflı kitaplara dikkat eder, imzaların morfolojisine, yazarın ve ithaf edilen kişinin kim olduğuna, ne iş yaptığına ve kitabın nerede, hangi dönemde imzalandığına önem verir, bunları araştırırım. Son iki sene içinde kitap peşinde dolaşırken karşılaştığım çeşitli durumlar bu uğraşımı daha da ilginç kılıyor:

İlk olayı çok sevdiğim dostlarımdan biriyle bir sahaf ziyaretimde yaşadım. Sahaftaki kitapları incelerken şiir kitaplarının arasında birçok imzalı kitapla karşılaştık. Hilmi Yavuz’dan, Seyhan Erözçelik’ten, Hakan Arslanbenzer’den, Engin Turgut’tan, İzzet Yasar’dan, Güven Turan’dan ve daha birçok yazar ve şairden Lale Müldür’e imzalı kitapları sahafta görmek bizi oldukça şaşırtmıştı. Şaşırtmıştı çünkü bu isimler sıradan, edebiyat dışı veya adı, sanı duyulmamış şairler değildi ve Lale Müldür de bir şair olarak hâlâ hayattaydı. Sahafa bu kitapların bedelini sorduğumda “fiyatı adet hesabına vurup, inceliğine ve kalınlığına göre” tanesini 2 ya da 3 YTL’den bana satabileceğini söyledi. İçinde bulunduğum durum bana çok ilginç gelmişti ve kitapları hemen satın aldım. İmzaların bazılarını koleksiyonuma ekledim, bazıları da beni –gerçekten- fazlaca ilgilendirmiyordu; tek bildiğim koleksiyonuma katmayacağım bu kitapların da sahafta 2-3 YTL bedelle -satılık- durmasından/kalmasından rahatsız olduğumdu. Bir de tabii durum ilginçti, misal; Hakan Arslanbenzer gibi radikal derecede İslâmik bir adamın Lale Müldür’e (Lale Ablacığı’na) kitap imzalaması bana değişik/çelişik geldi. Sonradan, dükkânın sahibine bu kitapları nerden bulduğunu sorduğumuzda “genç bir adamın gelip, bu kitapları kendisine sattığını” ifade etti. Gene de, eğer işin içinde bir “hırsızlık” meselesi yoksa kitapların Lale Müldür’ün arzusu dışında sahafa geldiğine inanamıyordum. Acaba Lale Müldür bu kitapları neden elinden çıkartmıştı/bırakmıştı? Büyük ihtimalle Lale Müldür bu kitapların kendisi için bir şeyler ifade etmediğine inanıp –kitaplara kıymet vermeyip- evde, kütüphanesinde “toz yuvası” olarak duracağına ya da gereksiz yer kaplayacağına karar kılmış ve kitapları sahafa göndermişti…

Bu noktada yazarların, şairlerin neden kitap imzaladığı üzerine daha çok düşünmeye başladım. Okuyucu ya da yazar matbaa endüstrisinden matbuat olarak çıkmış çeşitli fabrikasyon kitapları işbu matbuu durumdan kurtarmak ve bir şekilde kişiselleştirmek için çift taraflı olarak “biricik” hâle getirmek istiyorlar. Bu nedenle de çeşitli el yazıları, ithaflar, atıflar, çizimler ve imzalar kitapları matbuatın samimiyetsizliğinden kurtarır bir yol olarak görünüyor. Fakat kitapların bazıları özenle ve içtenlikle imzalandığı gibi bazıları da imza günlerinde ya da benzer samimiyetsiz etkinliklerde önceki fabrikasyon konumundan kurtulamıyor. İşin içinde tanışıklık, dostluk ve içtenlik olmayınca yazarın ya da şairin el yazısı/imzası/ithafı bile anlamını, biricikliğini kaybediyor ve “imza günlerinde bileğe kuvvet kitap imzalamak hatası”yla birlikte metalaşmış, prefabrik bir şeye dönüşüyor. Bu durum üzücüdür ve aşikârdır.

Bir diğer “imza” yönelimi de dergi veya yayınevi editörlerine ithafen imzalanmış kitaplardır. Editörlere ve dergilere ünlü ya da ünsüz kişilerden birçok kitap imzalandığı, gönderildiği bilinen bir gerçek hatta zorunlu bir süreçtir. Bunun amacı –yazar veya şair ilgili editörü tanımamasına rağmen- “ben de varım ve işte yeni kitabım!” ya da “derginizde benim kitabımı da tanıtın!” söylemini alttan alta sunmaktır. Peki, editörler veya yayınevi sahipleri bu tanımadıkları insanların kitaplarını ne yapıyor, bunlara nasıl davranıyor? Öncelikle, editörlerin tüm bu kitapları doğru dürüst (başından sonuna, eksiksiz) olarak okuduklarına inanmıyorum; özellikle de tanınmamış birinin kitabı söz konusu ise… Belki hızlı hızlı göz gezdirip, birkaç dize ya da paragraf okuyup kitap hakkında hızlı bir yargıya varıyorlardır. Peki, editörler ellerine gelen kitaplar hakkında şu veya bu şekilde yargıya da vardılar/varabildiler, sonra neler oluyor, kitaplar nereye gidiyor?

Kitapların nereye gittiğiyle ilgili düşüncelerimi, karşılaştığım başka bir olay üzerinden size aktarayım. Bundan bir ay önce sahaflardan birinde –gene-  kitap incelerken üç adet imzalı kitapla karşılaştım. Kitaplar, Tarık Dursun K.’dan Cem Erciyes’e ve Salih Bolat ile Nevzat Çelik’ten  İlhan Selçuk’a ithafen özenle imzalanmıştı. Bu kitapları da –daha önce olduğu gibi- tanesi 2 YTL’den satın aldım. İlginç olan şey bu yelpazedeki hiçbir ismin sıradan olmamasıdır; Tarık Dursun K. birçok edebiyat yarışmasında jürilik/bilirkişilik yapıyor, Nevzat Çelik birçok yarışmada ödül almış ve tanınmış/duyulmuş bir şairdir, Salih Bolat özel bir üniversitede ve başka dışsal projelerde “yazarlık dersi” veren bir öğretim görevlisidir, Cem Erciyes ise Radikal Gazetesi Kitap Eki’nin editörüdür ve İlhan Selçuk’u ise tanımayanımız yoktur. En önemlisi, bu isimlerin hepsi de hayattadır. Sonuçta ne olup bittiğini bütünüyle bilmiyorum veya tahmin edemiyorum ancak işin içinde bir “kıymet vermemek veya dikkate almamak” durumunun olduğu açıktır.

Bütün bu olayları, çok sevdiğim değerbilir bir sahaf dostuma anlattığımda konuya hiç şaşırmadığını belirtti. Birçok dergi editörünün senenin çeşitli zamanlarında dükkânına gelip toplu halde (200-300 adet) kitap sattığını, bu kitapların çoğunun imzalı olduğunu, bazı editörlerin ise daha kurnazca davranıp imzalı sayfaları yırtarak kitapları sattığını söyledi.

Düşünüyorum da önemsemedikleri kitapları ellerinden çıkarmak isteyen editörler ve yayıncılar işbu kitapları doğuda kitap bekleyen okullara, köylere, kütüphanelere ve insanlara ulaştırsalar daha akıllıca ve faydalı olmaz mı? Hatta, kitap çıkaran/bastıran insanlar, şairler veya yazarlar da kitaplarının kıymet görmeyeceğini, sahaflara düşeceğini bile bile kabzımal mizaçlı editörlere kitaplarını göndereceklerine, en baştan –doğrudan- kitapları bir “hayır kuruluşu”na bağışlasalar ya da doğuya bizzat kendileri gönderseler çok daha faydalı olmaz mı?

Olur.

Birgün Gazetesi-25.11.2007

Kas
05
2007
0

Oruç Aruoba: Bir Ödül’ün ve Fotoğrafın Düşündürdükleri…

İhsan Doğramacı ve Nişanları

(…)

-Ama bir bakalım: bu fotograf nasıl bir insanın fotografı; böyle giyinip fotograf çektirmek, nasıl bir ‘benlik’-kişilik-tasarımı gösteriyor- anlamağa çalışalım:-
Bu kişi hastadır-insanlığa musallat en eski ve en etkin hastalıktan muzdarip: Güç, iktidar, egemenlik hırsı…
Kendi dışına, güç; topluluk içinde, iktidar; öteki insanlar üzerinde, egemenlik…

(…)

ORUÇ ARUOBA-Radikal Gazetesi

Yazının tümü için bkz: https://213.243.28.21/haber.php?haberno=218705

 

Kas
03
2007
0
Kas
03
2007
1

Sonunda, geri geldi! Poelitika ECE AYHAN

POeLİTİKA,  ECE AYHAN   ÇIKTI!

Hazırlayan: Eren Barış

204 sayfa, Ortadünya Yayıncılık,  Ekim 2007, Ankara.

İÇİNDEKİLER

Girizgâh
9 Ece Ayhan’ı Okumak…, Eren Barış

Ece Ayhan’a Metinler
15 “Çok Eski Adıyla” Yeni Bir Tarih, Ahmet Orhan
32 Ece Ayhan…E Ayhan…Ce Ayhan…Ceeeeee! Ragıp Duran
33 Sinema ve Ece Ayhan, Uygar Asan
36 Ece Ayhan, İzzet Yasar
37 Ece Ayhan, İlhan Berk
39 Ece Ayhan: Korkusuzca Konuşan, Göçebe Karaşın, Eren Barış
49 Aykırı Dalın Gölgesi, Abdülkadir Budak
50 Ece Ayhan: Yaşamış Biri, Yorumsuz, Mahmut Mutman
52 Biz Bir Şairi Şiir Yazsın İçin Ölümle Korkuturuz Dom!  Zafer Yalçınpınar
53 Ayhan: Ayna, Dışarıda, Utku Özmakas
73 Ece Ayhan, İbrahim Yılmaz
75 Benim Hâlâ Umudum Var!  Altay Öktem
79 Müziğimiz Karadır Abiler!  Ali Ece
83 Ece Ayhan, K. Celal Gözütok
84 Şeyinde Canım… ya da Benim Meramım Başka, Seyhan Erözçelik
87 En Arka Sıradaki… Evrim Alataş
89 “Aynı Lakerda”, Süreyya Berfe
91 İçuzayımdaki Ece ya da Kara Kolaj, Rafet Arslan
95 Ece Ayhan Şiirinde Öznenin Halleri ya da Vurulan Bir Şiirin Ayak Değiştirmesi, Sabahattin Umutlu
108 Tarih Atlasları Parçalanıyor…, Onur Akyıl
111 İktidar Neden Sarışındır? Akif Kurtuluş
113 Ece Ayhan, İsmail Beşikçi
114 Karaşın, Eren Barış
116 Hay Hak! Sonrasızlık Fanzini
118 Ece Ayhan Sözlüğü, Ender Erenel
133 Ece Ayhan “Çok Eski Adıyladır” Sözlüğü, Orhan Alkaya – Kemal Yalgın

Ece Ayhan’a Sözler
140 Muzaffer İlhan Erdost ile Söyleşi, Eren Barış
144 Enis Batur ile Söyleşi, Eren Barış

Ece Ayhan
149 Biyografi ve Eserleri – Eren Barış
171 Belgeler: Mektuplar, Günlükler, Fotoğraflar, Elyazmaları, Kartpostallar

Görsel İşler
192 “Tarihi Düzünden Okumaya Ayaklanan Çocuklar İçin Yerleşilebilecek Topraklar”, Burak Delier
193 Kara Öfke, Serhat Köksal (2/5 BZ)

194  Katkıda Bulunanlar

Yayınevi İletişim Adresi: Ortadünya Yayıncılık, Kızılırmak Sokak, No: 35/9, Kızılay/Ankara.

Telefon: 0 312/ 419 22 87

E-posta: ortadunyayayincilik@gmail.com ya da  sizomelankolye@gmail.com

ARKA KAPAK’tan:

Kitabın genel okuması itibariyle ezilenlerin safından bakacak olursak tarih, kişilerin ve düşüncelerinin değil, bu kişi ve düşüncelerin de üzerinde yükseldiği “sınıf mücadelelerinin tarihi” olarak açıklanır. Ece Ayhan için bu mücadelede unutulan ve unutulmak istenen etik’i sahiplenmek elzemdir: ” Ama insanın etik olarak sağlam olması lazım. Yüzyıllardan beri etik olarak sağlam olmanın kavgası var.” İşte o zaman insanın ne pahasına olursa olsun onurlu yaşayabileceğini işaret eder. Belki de şairlikten önce etikçiliği, devrimden önce muktedir olmayan devrimci etiği öne çıkarmak istemesi de bundan kaynaklanır ve yola koyulmanın zamanı gelmiştir: ” Adeta yengeç gibi yan yana yürütülüyoruz! Tarihteki ‘ayağa kalkmak’, belki de gündelik ‘ayağa kalkmak’la karıştırılıyor olabilir bakın! Ya da eski günlere bakarken de, yerinde kıpırdamamak için ve olaylar uzak diye, dürbün kullanmak nasıl bir aymazlık ve yanlışlıktır! Böyle davranmakla, çocukların ve gençlerin gelecekleri adına, hem tehlikeli hem de insanın kendisini aldatıcı bir iş yapılmış olmuyor mu? Çünkü; ‘ayağa kalkmak’ tek başına bir şey göstermez. Bu gösterge değildir. Gerçek ‘ayağa kalkmak’, ancak kimi şeyleri ‘göze almak’la olur, olabilir. Yani, kimi şeyleri göze almak pahasına! Evet, paha olmadan hiçbir şey olmaz! ”

Bizim Ece Ayhan’a sahip çıkışımız, nutkumuz ve nefesimiz yettiğince onun üzerine bir şeyler söylemeye çalışıyor oluşumuz Türkiye’de yine Ece Ayhan’ın deyimiyle ‘tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar’ın geleneğine, düşüncesine, yok sayılan vicdanına sahip çıkışına denk düşmüyor mu? Ece Ayhan’ın dilindeki ‘kapalılığa’ rağmen bu kadar çok okuyucusunun oluşu ve onun düşüncesiyle yataylaşan farklı alanlardan insanların bulunuşu bu topraklar için bir değişimin işareti mi sahiden? Aslında, Ece Ayhan’ın poetikasını eşeledikçe ve onun mirasıyla hesaplaşmaya başladıkça kendimizle, toplumla, politikayla, edebiyatla, sanatla hesaplaşmaya başladığımızı fark ettik. Kitabın ismini POeLİTİKA olarak belirleyen de bu süreç oldu zaten. Bu kitabın en güzel ve özel yanı ise, sevdiğimiz bir yazarın izini sürerken yollar içinde başka yollara revan olmamızdır.

iletisim: ortadunyayayinclik@gmail.com
kizilirmak sokak 35-3 ankara

Kas
02
2007
0

Hiç de öznel ve duygusal davranmamıştım…

“…karşı olduğum o ‘geniş mezhepli’ katmanların çürük çarık değer yargılarını ve uydurma akıl yürütmelerini sergileyeceğim.(Bu yaz da çok şeyler öğrendim ben. Boyayı biraz kazımak, ipliklerini pazara çıkarmak istiyorum.) Şimdi ben biraz dar bir geçitteyim ama geleceğin tarihine (etimde kanımda duyarak hem de) inanırım. Sana yazdığım eski mektuplarda bu toplumun bir insan ilişkileri içre olmadığını dilimin döndüğünce anlatmaya çalışırken hiç öznel ve duygusal davranmamıştım…”

Ece Ayhan, Poelitika, Hazırlayan: Eren Barış, OrtaDünya Yayıncılık,2007

Kas
01
2007
0

Ben bunların“cemaziyelevvelini bilirim.”

Vaktiyle devlet dairelerinde yazılar, belgeler şimdiki gibi düzgün dosyalarda saklanmaz, torbalara konularak kaldırılırdı. Yazılar birikince, üzerinde o ayın adı yazılı ince, beyaz kumaştan yapılma torbalara yerleştirilip biriktirilirdi. O zamanlar ay adları mart, nisan, mayıs… değil; şevval, cemaziyelevvel, recep, şaban… gibi eski sözcüklerdi. Bu dairede Hasan ve Hüseyin Efendi adlarında iki arkadaş vardı. Bunlar çok iyi geçinirler, birbirlerini çok severlerdi. Bir gün Hasan Efendi hastalanır, birkaç gün kaleme gelemez. Arkadaşını merak eden Hüseyin Efendi, onu yoklamak ister, evine gider. Konuğu, yatağında yatan Hasan Efendinin yanına alırlar. Biraz sonra, evin hanımı kahve pişirir, ama o vakitler kaç göç vardır. Kadın, erkeğin yanına çıkamaz ki!… Şimdi kahveyi konuğa kim sunacak? Kadıncağız, pişirdiği kahveyi odanın kapısına kadar getirir ve içerden kocasının alması için kapıyı tıkırdatır. Hasan Efendi, yattığı yerden kalkıp kahveyi almak zorunda kalır. Konuk Hüseyin Efendi, kapıya yönelen arkadaşının giydiği gömleğin arkasında kocaman bir “cemaziyelevvel” yazısı görür ve anlar ki, Hasan Efendi, dairedeki kâğıt konulan torbaları aşırıp aşırıp evine getirmekte ve iç çamaşırı yapmaktadır. Nitekim “cemaziyelevvel” ayına ait torbayı da bozdurtup kendine gömlek yaptırmıştır. Hüseyin Efendi, o gün gördüğünü ne arkadaşının yüzüne vurur, ne de başka bir kimseye söyler. Gel zaman, git zaman Hasan Efendi, çalıştığı kaleme ve arkadaşı Hüseyin Efendiye müdür olur. Yeni müdür bey, eski hırsızlığını unutup iki lafın başında memurlarına ahlâk dersi vermeye, dürüstlük taslamaya başlar. Yani insanı bıktıran bir öğütçü olup çıkar. Hüseyin Efendi, bu büyük lafları dinler, dinler, susar, sabreder ama bir gün bıçak kemiğe dayanır, ağzını açar, arkadaşlarına karşı kızgınlıkla söylenir:

 -Artık yeter yahu!… Ukalalık yapıp durmasın!… Canımıza tak dedi öğütleri. Biraz da kendisine baksın. Ben onun “cemaziyelevvelini bilirim.” der.

Arkadaşları, ne demek istediğini merak ederler, Hüseyin Efendi de müdürün vaktiyle hastayken sırtında gördüğü cemaziyelevvel torbasından bozma gömlek hikâyesini bir bir anlatır…

Enver Naci Gökşen

Atasözleri ve Deyimler, Koza Yayınları, 1979, s.18-20

Kas
01
2007
0

Kendi kendine konuşan adam…

“Yayıncı bir arkadaşım anlattı, onu en son iki görüşünden birincisinde
mekan tramvaymış ve arkasında kendi kendine durmadan abuk sabuk
konuşan, ha bire bir şeylere söylenen bir adam varmış… Arkadaşım arkasını dönüp bakmış ki, kimi görsün…

“vah vah!” demiş arkadaşım kendi kendine…
İkincisi daha yakın zamanlı, yani dün olan bir şeymiş. Yine arkadaşım
anlattı. Sultanahmet civarında dolaşırken, dükkanların vitrinlerine
bakarak kendi kendine konuşan bir adam dikkatini çekmiş. Bir de bakmış
ki yine adamımız olmasın mı?
Sonuç olarak, adamın artık kendine bile hayrı kalmamış, yazıktır yahu!
Bizim toplumumuzda yaşlılara, hastalara ve çocuklara iyi davranılır
diye biliyorum… ”

“Narkhos”(narkhos@gmail.com)

 

On puanlık uzman sorusu: Yukarıdaki paragrafta bahsedilen ve kendi kendine konuşan adam kimdir?

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com