1942 yılı sonunda, oturduğum mahalledeki Pigalle sinemasına gelen Marcel Carné’nin “Gece Ziyaretçileri” filmini görmek için sabırsızlandığım bir gün okulu asmaya karar verdim. (…) İşte o gün, yaratılışını yeniden yaşamak gibi bir yanılsama sağlayabilecek kadar hayran kalınan bir yapıta kendini kaptırmanın ne denli büyüleyici olduğunu keşfettim. (…) Filmlerin içine girmeyi arzuluyordum ve bunun için kendimi sinema salonundan soyutlayarak giderek daha fazla beyaz perdeye yaklaşıyordum. (…) İyi bir sinema eleştirmeni oldum mu? Bilmiyorum. Ne var ki ıslık çalanların safında olmaktansa, ıslık çalınanların safında olmayı yeğlediğim ve coşkumun meslektaşlarımınkinin bittiği yerde, Renoir’in ağız değişikliklerinde , Welles’in aşırılıklarında, Pagnol ya da Guitry’nin savsaklayışlarında, Cocteau’nun anokronizminde, Bresson’un çıplaklığında başladığını kesinlikle biliyordum. (…) Kötü bir film yapmak için en az iyi bir film yapmak kadar gayret sarfedilir (…) En içten filmimiz bir aldatmaca olarak görülebilir. Kendimizi zora sokmadan çevirdiğimiz bir film ise dünyayı dolaşabilir.(…) Saçma ancak hareketli bir film, akıllı ve uyuşuk bir filmden daha başarılı olabilir.
(…)
Sonuç çok nadiren sarfedilen gayretle orantılıdır.
François Truffaut
“Yaşamımın filmleri” adlı kitabının önsözünden… (Ocak, 1975)
Nisan Dergisi, Sayı:4, Aralık 1984, s. 97