Kas
15
2011

Divan, Tekke ve Halk

(…)Osmanlı edebiyatı, İmparatorluk’taki üç çeşit topluluğa uygun olarak üç katlı bir edebiyattır. Sarayın ve ulemânın “Divan” edebiyatı, dervişlerin mistik, dinî “Tekke” edebiyatı, çoğunluğun “Halk” edebiyatı. (…)
Onaltıncı yüzyıldan sonra Tekke ve Divan edebiyatlarında bir bozulma başladı; bu bozulma karşılıklı olarak iki edebiyatın özünü ve biçimini etkiledi, sonunda ikisi de birbirinin benzeri olup çıktı. (…) Divan ve Tekke, yani yüksek Osmanlı sınıfının edebiyatı, kelime ve terkipler bilgiçliğine dayanarak ancak seçkin bir azınlığa seslenebiliyordu. (Osmanlı saray edebiyatı ile dini edebiyatın diğer müslüman ülkelerdeki edebiyata göre kuralları çoktur. Divan edebiyatı, hiçbir zaman örnek aldığı Arap ve Fars edebiyatının bütün biçimlerini benimsememiştir; kaside, gazel, mesnevi gibi toplumsal, siyasi amaçlara uygun düşen ya da idarecilerin hoşuna giden biçimler almakla yetinmiştir. Arapların “Vasf” adını verdikleri, Gabrielli’nin de “Une veritable peinture en vers” diye tanımladığı tasvir şiirleri, Osmanlı edebiyatında az ilgi görmüştür.) Dil, çoğunluğun konuştuğu dil değildi, görüntülerin de hayatla pek bağıntısı yoktu. Katı anlatım biçimleriyle çevrilmiş, doğal duygulardan, içtenlikten yoksun olan bu edebiyat, yalnız Osmanlıları değil, çağdaş kuşakları bile etkiledi.
Eski edebiyatta en çok kullanılan biçim şiirdi; düzyazı ise tarihten başka bir yerde kullanılmıyordu. Onyedinci yüzyılda Veysî ile Nergisî gibi bazı yazarların düzyazıları, Hasan Ali Yücel’in dediği gibi, birkaç basit fikri evire çevire binlerce yabancı kelimelerle anlatmaktan öteye gidemiyorlardı. Kelime bolluğu içinde kaybolan bu yazarlar Türk düşüncesinin gerçekleriyle ilgilerini kesmişler ve Divan edebiyatının nesir üstatları sayılmışlardı.
Düzyazı yazmak Türkiye’de epeyce güç olmuştur. Şimdiki yazarlar kuşağı bu güçlüğü yenebilmişlerdir, ama halen taşra gazetelerinde, hattâ bazı bilim eserlerinde basit düşünceleri karışık, süslü bir şekilde anlatmak tutkusu göze çarpmaktadır. Birçok Türk bilginin araştırmaları, hayatla ve olaylarla ilgiler kurmadan kitapları incelemekle yetinmektedirler; bu da kelimelerin gerçekle bağıntı kurmak mecburiyeti olmadan kullanıldığı Osmanlı-İslâm edebiyatının etkilerinden ileri gelmektedir.
Üçüncü ve en yaygın edebiyat, Halk edebiyatı, yani, her nekadar divan ve tekke edebiyatlarının etkisi altında kalmışsa da, genel olarak kendi doğal havasını koruduğu söylenebilir. Tabiatla gerçeğin ortasında yaşayan köylüler, çobanlar, göçebe kabileler duygularını öz dilleriyle, yani süslemesiz arı bir Türkçeyle anlatmışlardır. Ozanlar, çok defa idarecilerin hizmetinde çalışmalarına ve tekke edebiyatının etkisinde bulunmalarına rağmen dillerinin arılığını koruyup gerçeğin ortasında kalabilmişlerdir. (Pertev N. Boratav’ın bu konudaki incelemeleri çok kapsamlıdır.) Bütün bu sebeplerden ötürü Cumhuriyet’in, özellikle ilk iki döneminde, millî bir kültür kurmak için folkloru temel olarak seçmesi çok tabiîydi.(…)

Prof. Dr. Kemal Karpat
“Türk Edebiyatında Sosyal Konular” adlı makalesinden…
Harvard Üniv., 1959

Yorum yapılmamış »

RSS feed for comments on this post.


Leave a Reply

You must be logged in to post a comment.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com